27 Aralık 2011 Salı

2012

Ve Biricik 2012 yılı burç yorumlarını açar….

2012 ona 2 vaatte bulunmaktadır…

1-       Bu yıl değişim yılı olacak… 8-10 yıldır içinde bulunduğun durum hooop bambaşka bir boyuta kayacak ve herşey cok güzel olacak
2-       Bu yıl Maya takvimine göre son olacak… :O 21/12/2012 de kıyamet kopacak

Maya Takviminin dünya üzerindeki yansımalarına bakarsak hiç de uzak bir ihtimalmiş gibi durmuyor… herbiri ayrı yerden gıcırdıyor…
Takvimi kendime uyarlarsam ne sonuç çıkıyor…. Çok çalışmam lazım Çooook J

Eğer bu yıl son yılımsa eli boş, gözü açık gidecek halim yokkk J öncelikle kendime çıkardığım,30 dan once yapılması gereken 30 şey listesin
( ki sonra 30 bitene kadar olarak revize etmiştim) tamamlanmasıyla ilgili çalışmalarıma hız verebilirim sanırım J
bir de ‘ O ‘ nu bulsam deymeyin keyfime… 8 -10 senedir cidden bi kaos ortamı içerisinde olduğumu bildiğine gore Susan Miller ablacığım… bundan
kurtulacak, gerçek aşkı bulacak, büyük adam olacaksın dediğinde de inanmak lazım gelir değil mi ama??

Dünya üzerindeki son senem olabileceği olasılığından yola çıkarak, yıldızları da arkama almanın verdiği haklı gurur ve heyecanla da birçok atılım yapmam lazım…
Otobüs durağında bekleyerekten olmayacağını da anlamış olmam lazım pembe bir yarının… dolayısı ile kolları sıvama vaktidir…

Bu kadar misyon ve görev yüklediğim bir sene nasıl biter bilemiyorum ama yoğun geçecek diye öngörüyorum J

( Sennn… sen de gel artık daaaa İkicik olalım yaaaa J )

26 Aralık 2011 Pazartesi

Musiki

Müzik nasıl bir derya denizdir ki,  her türlü müziği dinliyorum diyen bir insanın bile bir anda kulağına çalınan bir şarkı onu şaşırtabilir... Aaaaa, bu da kim...ne kadar güzel bir şarkı, ben neden daha önce duymadım diyebilir... Çok ilintili görünmeyebilir ama yalnızlığın en kötü tarafı tam da bu noktada duruyor. Benim kadar müziği seven bir insan için dünya barışını konu etmediği sürece herhangi bir şarkının insana birşey ifade etmiyor olması çok da eğlenceli değil.... Biricik Jones kıvamına gelince ‘damar’ tabir edilen duygusal bir şarkı duyduğumuzda bile gözlerde herhangi bir buğulanma oluşmaz, ya da ennn eğlenceli şarkıyı dinlerken bile hep birşeyler eksik olduğundan mütevellit o kadar da eğlenceli değildir dünya! 50 Mila gibi günümüzün ‘ Karlar Düşer’ i olan şarkılar bile sadece italyancanın güzel tınısını bırakır kulakta. Hatta o kadar ki ‘ ayrılık acısı’ fazında içinizi sızlatan şarkıları bile duydugunuzda artık ileri sarabilirsiniz ya da kanalı gönül rahatlığıyla değiştirebilirsiniz...
Müziğin Matematiğini amatör bir dinleyici olarak hep iyi anladığımı düşünürdüm…  Çok elit, rafine bir zevkim olduğundan değil, ortalama toplum görüşünü hissedip yakalayabildiğimden… Bu şarkı patlar derim olur… tutmaz derim tutmazzzz….
Dinlemek ve hatta üstüne ahkam kesmek buzdağının görünen kısmıymiş meğer J Pekiii, ya bu şarkıları söylemeye kalkarsak…. O zamann… o zaman alfabedeki harflerin yanyana nasıl zor durdugunu ve en kısa kelimelerin bile ne kadar zor söylendiğini anlıyor insan… buz pateni yapan insanları izlemek gibi esasen… Olimpiyatları izlerken hep, o kadar da zor değil ya hu diye düşünürdüm… taaa ki ayağıma bir çift pateni geçirip o kocaman sahanın ortasında düşüp, kaldırılamayana kadar J J Şarkıları da hepimiz kendi çapımızda mırıldanıyoruzdur ama o piyanoyla baş başa kalınca onun da bir matematiği var… yokuşları olmayan düz ayak şarkıları bile söylerken kendi çatlayan sesini duyunca insan anlıyor ne kadar da zor bişey olduğunu… öyle Do –Re –Mi yi sökmeden olmuyormuş … 4 dk olarak duyulan şarkı 4 dk da söylenip bitmiyormuş meğer… Alfabeyi bitirip sözcüklere geçmek bile aylarını alıyormuş insanın…Nefes almak bile meşakkatli bir şey… hiçbirşey ama hiçbirşey göründüğü gibi kolay olmuyor… Hisset, hissetme… 2 kere 2 yi sökmeden değil şarkı, şiir bile melodinin üstüne okunmuyor… kağıtta durduğu gibi durmuyor … Haaa…. Biricik Jones değil, Petek Dinçöz olursan 2 kere 2 beş de eder, o ayrı…

23 Aralık 2011 Cuma

Pantalon Endeksi


SORU: Sabah uyandıgımızda bacagımıza geçirdiğimiz bir pantalon o günün nasıl geçeceğini belirlemede ne kadar etkili olabilir?
CEVAP: Direk ve çooook… J

Alınan, verilen kiloları saklayamadığınız ilk yer pantolonlarımızdır. Aynaya bakma, tartılara küs…geçir üstüne elbiseni çık dışarı… Hayat sana güzel
AMAaaa, hele ki giyilen söz konusu kot pantalonsa kaçacak yeri yoktur kişinin… daha yeni yıkandı, o yuzden olmuyor… Bir giyeyim açılır da en güzel kaçış yoludur J J Ha bi de tabii, regl oldum /2 gun sonra olacagım o yüzden vücut su topladı, bu göbekteki şişlik de ondan bahanesi var ama o da max 10 gün götürür durumu…

Kilo verilmeye çalışılırken de başarılı olunup olunmadığının en büyük göstergesi, bir beden küçük pantalona sığabilmek değil midir? Etek de bir küçük bedeni almak hiçbir zaman insana pantalon kadar mutluluk vermez… hele ki Skinny ve bir beden küçük bir pantalonasığabilmenin ve üstüne yakışmasının hazzı çok az şeyde vardır :D sığmak dediysek… yanlardaki simitlerin de baki kalmaması çok önemli tabii ki haydi ittir, kaktır pantalona girdin diyelim ama üstüne yakışacak birşey bulunamıyorsa umut yok değildir ama yine de üzerinde çalışılması ( yani aç kalınması)  gerekmektedir.

Bu pantaloon endeksinin ucu tabii ki Yemek için mi yaşıyorsun /  Yaşamak için mi yiyorsun temel sorusuna dayanır?Yemek de spor gibi değil mi esasında…yememe moduna girersen güzel ama yedikçe yiyor insan, sporda da… düzenli yapmaya başladığın zamanvazgeçemiyorsun ama bir ucunu bıraktın mı tut tutabilirsen… bir de bu kilo o kadar beter bişey ki, alındığı kadar kolay verilemiyor Jhooop 1 haftada 1 kilo hiç de zorlamadan alınabilirken 1 haftada bir kilo verebilmek için baya bir çaba sarfedilmesi gerekmektedir.Üstüne üstlük, o alınan 1 kilonun üstüne 1 kilo, 1 kilo daha eklemek yine bir o kadar kolayken verilen 1 kiloyu 1,5 yapmak bile
1,5 kat daha meşakkat gerektirmektedir…. İngilizlerin dediği gibi ‘ A Moment On The Lips, Forever On The Hips’ J Bunun için deher lokmanın geri dönüşünün sabah pantalonun düğmesiyle yaşanacak olan çekiştirmeyle sonuçlanacağı bilinciyle hareket etmek lazım tabii ama yazıldığı kadar kolay olmuyor malesef bu tatlının yapımı J

Farkedilebileceği üzere ben şu ana kadar alınan kilolar ve bunları anlamanın/kaçınmanın  yollarını anlattım ben bir buçuk Biricik olarak J bir de tabii… sayıları az da olsa, şu tiroidleri fazla çalışan, ne yese kilo alamayan, gece 3 te bile yese, o yedikleri anında sindirilen bir kitle var ki…o kitleyi hiç anlayabilmiş değilim… ama ekseriyetle o kitle çok yemek yiyebilme yetisine sahip olsa bile yaşamak için yiyen kitlenin de alt kümesi konumundadırlar.
Bu fazla tiroid insanlardan şöyle bir repliği de kolayca duyabilirsiniz ‘ Aaaa…. saat kac olmus, ben sabah kahvaltısıyla duruyorum, hiç farketmemişim’… ya hu ben arada ara öğünü atlasam midemden tatlı tatlı zil sesleri geliyor bu nasıl bir kafadır zaten anlasam bu satırları yazmıyor olacagım J J Aynı pantaloon endeksi o kitlede de bir beden büyüğüne girince ya da mevcut bedendeki pantalonu üstünden düşmeyince çalışıyor…

Yani, Pantalon endeksi heeerrr genç kız için çalışıyor J


17 Kasım 2011 Perşembe

Tatillll

Yaşamımı daha normal devam ettirebilmemdeki en büyük yardımcı belki de tatillerim... dolayısı ile tatillerimde, işte içimde bir anda çıkan o canavarın derinliklere inebilmesi için elimden geleni yapıyorum... mümkün olduğunca halay başı değilde, orta saha oyuncusu gibi davranmaya çalışıyorum... kendi çapımda kemiksiz, sinirsiz antrikot kıvamına geliyorum... hele ki beyin hücreleri temiz hava, bol güneş ile de temasa geçtiyse deymeyin keyfime... Ama 29,5 u artık iyice zorlarken kız arkadaş tatillerinin de giderek şarj gücü azalıyor, hissediyorum ve tabii hissettiriyorum :S... Zaten gerçekten bunu söyleyeceğim aklıma gelmezdi ama yaş ilerledikçe tatilde bile sarfedilebilen enerji seviyesi azalıyor ama buna müteakip, o sarf edilen enerjiden beklenen fayda da artıyor sanırım...
Ya hu evet insanlar tatillerde birbirlerini tanırlarmış, birlikte tatile gitmeden arkadaşlarını tanıyamazmışsın fln ama ya hu tanıdığın arkadaşlarınlayken bile bir yerden sonra adımlar zorlu oluyor... Gidilen janti restaurantlarda yandaki masalarda hep çiftler varken kız kıza kadeh tokustutup şamata yapmak da... eeeh bir yere kadar tabii.... fonda hep neden manitam yok sorusu insanın aklına geliveriyor walla.... Zaten her türlü grubun içerisinde hep benim bildiğim yol en kısa yol, benim tediğim yemek en lezzetlisi, benim gördüğüm müze en en enteresanı ve benim seçtiğim plaj en kızgın kumlusu gibi egosal durumlarım tabii var, bu manitayla da olsa böyle olacak ama her tatili gün gün planlayan, elinde haritasıyla yolları arşınlayan beni de bir insanoğlu yola getirse, yola getirmek değil de dizginleri eline alsa da bana al sana bilet, al sana otel... para mı... hallolur ooooo diye bi gelse, açım dediğimde güzel yemek, susuzum dediğimde bana su bulsa fena mı olur haa??? Gerçi o kadar uzun zaman oldu ki, manitayla tatilin zorluklarını, erkek miskinliğini... sıcak havada kolay terleyen bünyeleri unuttum unutacagım, hatta belki komşunun tavuğu tam da bu yüzden bana kaz gibi geliyor ama wallahi artık kız arkadaşlarımla tatil bile zor geliyor.... Ha... bu arada söyle de bir durum var ki tabii, katılınılan düğünlerin sayısı arttıkça tatile birlikte gidilebilinecek kankalar da birer birer azalıyorlar...içinde bulunduğum bu ruh halinin bir sonraki adımı olarak kendimi Toskanada tek başıma bir masaya oturmuş ve elimde bir kadeh şarapla bohem bir 30+ olarak bir resime oturtmak istemiyorum ama tatil zaten hayattaki kurtarılmış bölgem... onda da 100% performans alamayacaksam ne kaldi ki bana geriye L  

19 Ekim 2011 Çarşamba

SIRADAKİİİİ....

Manitayla yolları ayırdıktan sonra, bir sonraki ilişkiye bakışta çeşitli safhalar vardır.
  1. Hayııırrr, bir daha kimseyi bu kadar sevemeyeceğim sanırım, sevmek de istemiyorum zaten
  2. Sütten ağzım yandı , yoğurdu üfleyerek yiyebilirim sanırım
  3. Evet kimseyi sev(e) meyeceğim ama hayatımda biri olsa fena olmaz
  4. Yeter artık yaaaa…. Bende insanım… Gelsin hadi artık yeni manita, yeni hayat
Bu aşamalar bir bir geçilirken zaman da geçmektedir üstelik ve yakın çevrenizde de kaygı seviyesi sizin kadar olmasa da yükselmektedir…. Pratikte de olayın gelişimi, bir mekana gidildiğinde muhabbete konsantre olmaktan başlayıp o mekandaki her insana potansiyel aday gözüyle bakmaya kadar uzanır. İşin kötü tarafı, içinde bulunduğunuz durumun vehametini anlayan arkadaşların da etraftakilere senin için potansiyel adaylarmış gibi yaklaşmaya başlarlar… Bak bu da fena değilmiş, şunu gördün mü şeklinde geyikler uzar gider… Bu muhabbet başlarda keyiflidir çünkü her espri gibi üzerine gülünen, ortamdaki geyik dozunu arttıran bir elementdir başlarda ve kimseye bir zararı yoktur… Ama….5-6 ay önce sadece yiyip, içip eğlenmeye gittiğin mekanlarda/ ortamlarda sürekli kafada farklı bir motivasyon olarak bakınmak hiiiç de eğlenceli değildir aslında… Ve daha da kötüsü bir süre sonra bu kanıksanan, refleks haline gelen bir hal alır… farkında bile olmadan etrafı inceliyor duruma gelinir, taaaa ki bu devinim de başarı elde edene kadar… Ya da tabii ki arkadaşların iyi niyetli yaklaşımları, çabaları da olacaktır bu süreçte… kendi portföylerinin üzerinden gidip size en uygun, müsait J adayları sunarlar önünüze… O zamanlarda da düğün, doğumgünü gibi çoklu ortamlar daha da önem kazanır… artık motivasyon düğünde ne giyeceğim ya da doğum gününde ne hediye alsam değildir… Başka ortamlarda bir araya gelemeyeceğiniz  insanlarla sosyalleşmek, cilveleşmek asli görevdir… bunun bir adım sonrası da çoğu zaten ya evli barklı ya da düzeyli birliktelik yaşayan kız arkadaşlarınızın eşlerinin olaya müdahil olması dır ve o zaman çoklu ortamdan daha da kasıcı olan 4 lü yemeklere geçiş yapılır… Burada her iki tarafın da niyeti gaaayet alenidir… Buna modern görücü usulü de denebilir J ama buradaki başarısızlık ipin diger ucunda arkadaşlarınız olduğu için daha da üzücü olabilir… Hem ilişki yaşamadaki sorunlarınızı arkadaşlarınızın bilgisine sunuyor olacaksınızdır hem de karşı taraf arkadaşımın arkadaşı olduğu için sen beğenmesen de senin arkadaşlarınla sonraki zamanlarda O birlikte olacaktır! Ama sanırım herkesin günahı, sevabı kendine hesabıylaaaa, en güzeli bı süreci uzatmadan, Tek taşını kendin almak yerine bir sonraki manitayı kendin bulup, uygun hava ve yol durumlarında kullanıma sokmaktır.Çünkü  bir sonraki manita illa var! Olmalıııı J J

18 Ekim 2011 Salı

Köprüden Önce Son Çıkış


Bilenler bilir, ünlü teorisyen BEN im bir ‘ Köprüden Önce Son Cıkıs’  ( KÖS ) kuramım mevcuttur…
Bu kurama göre, belirli bir yaşa ulaşmış… ununu elemiş,eskiden sabah aksam yediği içtiği ayrı gitmeyen kankaları evlenmiş, hatta çoluk çucuğa karışmış… çevresindeki bekar karşı cins potansiyel adaylar gün be gün azalmış; tümmmm bunlardan dolayı önceleri ya hu bende kendimi işime veririm, kariyer yaparım… arkadaşlarım evlense de ben gezer tozarım, dünya benim oyun alanım… yalnız da gayet eğleniyorum kafası ile uzuuunca bir süre idare etmiş olan ama an itibari ile tüm bunlara ziyadesiyle doymuş ve evde Kös kös oturan kişinin bir gün ister istemez kafasında bir ışık yanar…Fiziksel olarak da doğa ana, karşısına averaj bir karşı cins çıkarırsa 3 e 5 e bakmaması gerektiğini kendisinin de artık bulunmaz hint kumaşı olmadığını anlaması gerektiğini yavaştan belli etmeye başlar…Akabinde köprünün ışıkları ile birlikte bir anda ‘ Köprüden Önce Son Cıkıs’  tabelasını görür J
Bu tabela KÖS e neyi sembolize etmektedir…. karar zamanını! Ya geç karşıya, ya kal bu yakada…. eğer ki bu noktada gaza basıp geçmeye karar verirse KÖS, evvela yakın çevrede daha önceden üzeri çizilmiş veya yan gözle dahi bakılmamış östrojen/ testesteron salgılayan karşı cins var ise kestirmeden değerlendirilmeye alınır… kafada yapılan kısa bir değerlendirmeden sonra yavaştan kendi kararını haklı çıkarma çabasına girecektir KÖS ve olayı topluma maletme çabası devreye girecektir…Arkadaşlarına; Esasındaaaa… himmm, Beni çok seviyor! , Çok iyi biri! , o kadar çok benzer yönümüz var ki! gibi teyit bekler optimist, humanist bildirimlerde bulunacaktır. Gizli özne ise tabii ki… Ulaaaan bütün iyiler çoktan kapıldı bunu da kafalamazsak/beğenmeze yatarsak toptan açıkta kalacamdır! Bu bakış açısı iki taraf içinde geçerli ise Aile müessesine doğru adımlar yaş, baş, doğurganlık süresi vs gibi etmenler de göz önünde bulundurularak arayı fazlaca açmadan hızlıca atılır….
Başladığımız noktaya, köprünün ışıklarının göründüğü ana dönecek olursak eğer…geriye köprüyü geçmeye karar veren ama yakın çevrede aday bulunmayan sürücülerin ilk motivasyonu da hız kaygısıdır… Elimi çabuk tutmalıyım der KÖS… ama nasıl??? Bu sorunun yanıtı yine yakın çevreden çıkamıyorsa yol uzak çevreyi kendine yakınlaştırmaktır… O türlü  kursları, kulüpleri günde ortalama 10 – 12 saat çalışan insanlar nasıl dolduruyor sanıyorsunuz! Ortak zevkleri paylaştığı insanları bulabilmektir amaç… Bardan adam kaldırmak için geç olmuştur artık ya da o fasıla geçmiştir çoktan…geleceğe yatırım yapma kaygısı ve davul bile dengi dengine mantığı da artan KÖSler için biçilmiş kaftandır bu ortak paydalar yakalanabilecek kurslar!  Veya kültür turları…entel kimliğine denk, elinde kitabı olan ruh eşi ile karşılaşmak için en olası yerlerdir…. Bi ucu tutturursa KÖS ler ortak bulunan paydaları da daha kıymet bilerek değerlendireceklerinden, kaybedeceklerinin daha farkında olduklarından, kendilerine ortak bir yaşam alanı ve sosyal çevre yarattıklarından saadet dolu günlere birlikte koşarlar J
Bu KÖS ilişkilerinin diğer adı 100% mantık evliliği değildir esasen! Tabii ki sıraladığım mantık silsileleri pek bi önemlidir konumuzda ama insanın hayata bakışının değiştiği yaşlara denk gelen süreçte isteklerini daha farklı bakış açılarından değerlendirmesi sonucu gelen beklenmedik mutluluk; sevmenin KÖS halidir belki J
Veeee…. Ve ben bu noktada sonrası ayı mı dayı mı bilinmez ama kimsenin gönüllü olarak, köprüyü geçmeden çıkacağım ben diyeceğini düşünmüyorum açıkcası…. Türlü sebeplerden, eski yaşanmışlıklardan, yaralardan, kırıklardan dolayı tam gaz girilmese bile mevzuuya en azından meraktan, en azından arkadaşlarından, sosyal çevreden kopmamak için ya da en azından yalnız olmak istiyoruma son bir kez emin olmak için illa KÖS pas geçilir diye düşünüyorum… Haaa etrafınızda varsa dab u şekilde ısrar edenler… bizden geçti, benden paso diyenler inanmamanızı önemle tavsiye ederim!!! Emniyet kemeri insanı hayata bağlar, köprüden sonraki dünyanın hayali de birçok insanı insan kılar…

13 Ekim 2011 Perşembe

HIRS KÜPÜ

Hiçbir zaman hiç birşeyi çooook fazla istemedim! Kendime kızıyorum şimdi… Malum insan sosyal bir varlık ve zaman içerisinde çapın da büyüyor… Parktan, Bahceden, Kurstan, Okuldan, İşten arkadaşların ve onların da arkadaşları gibi gibi gibiii…. Dönüp bakıyorum Hırs Küpü dediğim birsürü adam evet hırs yapmış ama bunu müsbet şekilde kullanmış ve da hiç beklemediğin adam entelektüel çıkmış… Hırsı illa İŞ hayatında yapmak zorunda da değil insan ama bi bil değil mi ne istediğini… Hırs yap, ben bu işi yapmak istemiyorum da, dünyayı gezicem de! Yap hesabını-kitabını fizibiliteni, fütursuzca da olmak zorunda değil hem… Çılgın olayım ya da salak olayım değil ama ya hu Müziği çok mu seviyorum, plaza insanı olmak yerine spotların önünde yer alamasam da radyocu olmayı düşün di mi…. Ya da hiç hiç yoktan üniversitede radyo kulübüne gir! Onu da mı yapmadın, yemek yapmayı, insanları doyurmayı, uzun ve güzel sofralar kurmayı cok mu seviyorum… git ahçı ol… yemedi mi! yemekli bir işletmede çalışamayı düşün, organizasyon yap… Gezmek hayatımın anlamı… git TV de eline mikrofon alıp aptala aptal dolasan kızlar nasıl program yapıyıolar onu öğren… bir TV nin kapısından elin boş döneceğini bile bile kafayı vur di mi ama… bul bir yolunu hobini paraya dönüştür di mi!!!!  Paraya da mı dönüştürmedin, bar muhabbetlerinde çalan müziğin A sını, B sini bil de havan olsun, İzlediğin filmlerin künyesini ezberle şeklin olsun… İçtiğin şarabın yılını bil cakan olsun… gittigin yerleri öyle bi keşfet ki arkandan tur kaldırsınlar di mi…. Ben bütün bunları hep parayla ilintilerndirdim… herşey için hep ön koşul para olmalı düye düşündüm… kendimi hapsettim… Peki Manita durumu… o da aynı… hiçbir zaman manita hayatımın anlamı olmadı… 15 yaşında kafayı kırıp evlilik hayalleri kurmaya başlamadım…. Ortadan fol ve yumurta yokken bir seneye evlenirim diye saçımı uzatmaya başlamadım… 25 imde evlenip, 30 umda müdür olup , 32 yaşımda cocuk doğururum… o tarihlerde de yanımda olan adamla evlenirim ooooh gibi kalkınma planlarım olmadı…
Hay olmadı da noooooldu… Bak millet çıktı aya, ben yine kaldım yaya… diyorum ya bunlardan herhangi birine odaklansaydım bunca zaman içerisinde, en azından derdim ki, AŞK mı… o kadar çalısıyorum, öyle büyük bir kariyer yaptım kı, ona ayıracak vaktım yok… Ya da, ben çok uzun zamandır iş seyahatleri için dünyayı dolaşıyorum, hazır değilim bunun için…. Veya… etrafına toplana 10 kişiye şarap tatmanın inceliklerini anlataydddım… Halen bu yazıyı yazarken bile benden gecti hissiyatı içerisinde yazıyorum… pişmanım!  Ama neticede akranlarım çekirdek aileyi çoktan oluşturdu, paracıkları bankalara istifledi… bir de üstüne mevkii kondurdu…. Bende yanlızlaşan, kendine uzaklaşan şehir insanının en güncel izdüşümü J

30 Eylül 2011 Cuma

'İş Kıyafeti'

Bayan Takım Elbise
İş Kıyafeti konseptine o kadar karşıyım ki.... ne kadar saçma birşey insanın gardrobunu ve dolayısı ile bütçesini böyle parçalara ayırması!!!Bakınız bunun sebebi birlikte iş yaptığımız insanlara kendimizi, yaptığımız işi daha ciddiye alıyor gibi göstermek midir? Ya da çalıştığımız firmada insanların birbirlerine kıyafetleri ile doğru orantılı bir ciddiyette yaklaşacagını mı varsayıyoruz...Ama bu böyle değiiil... Maalesef, daha karşımdaki insan bana telefonda ALO dediği an 3 aşağı 5 yukarı anlıyorum ben o takım elbisenin altında nasıl biri olduğunu ya da beni takım elbiseler içinde de görseler anlıyorlar benim nasıl o takım elbise içinde ne kadar eğreti durduğumu J Ben demiyorum ki insanlarla temas halinde işler yapanlar karşılarındaki insanlara gösterdikleri saygıyı kıyafetleri ile göstermesin... Göstersin... ama bu sonuca varabilmemiz için tek yol takım elbise değil...Hayır böyle olunca aldığım bir kot pantolon bile bir türlü eskiyemiyor... Ayakkabıların topukları bile yıpranmıyor J Ya iş dışındaki kıyafetlerini de iş günündekiler gibi sıkıcı hale getiricen, ya da çantanı montunu bile çifter çifter bütçeleyecen J J

Okula giderken de aynı şeyi düşünürdüm... o zamanda herkes denk görünsün, ekonomik farklılıklar çok belli olmasın, okul kültürü vs gibi türlü açıklamalar vardı üniforma için... Ama o zamanda asssla her ikisine de yaramadığını düşündüm.... Okul kültürü ise söz konusu yaratılmak istenen, öyle bir alt yapı yapacaksın ki gençlere, farkın fark edilecek... haaa, ekonomik farklılıklar mı? Ya hu hele ki ergenler, karşısındakinin göz bebeğinden anlarlar kim kimdir, ne nediri... Bakınız boşu boşuna söylemiyorum Üniversite Cennetti diye... Lise ve İş hayatı arasında resmen kurtarılmış bölge J Sabah zorla erkenden kalkmana, üniforma/ iş kıyafeti giymene gerek yok... Ustunde hesap vermen gereken bir öğretmen veya patron yok... Tamam üniversitede arıza hocalar var ama...Hey gidi günler heeeyyy....

Sliding Doors ve Dominos Pizza



Sene 1998, Başrol: Gwyneth Paltrow…Film: Sliding Doors…

Bu filmi izleyip cook bayılmadım…Benim Oscar ım bu filme demedim… Ama… Sonrasında her yolağzında bu film aklıma geldi. Neydi filmin konusu; Evli bir ablamız var… İşinden evine dönmek için tren istasyonuna gidiyor… Ve sonrası yolağzı…

A) Treni yakalıyor: Kocasının kendisini aldattığını farkediyor, kendini sorguluyor… Hoşnut olmaduğı işinden ayrılıyor, sevdiği bir adamla birlikte olmaya başlıyor

 B) Treni yakalamıyor: Aldatılmaya devam ediyor, sevmediği işi ve mutsuz olduğu ilişkisini devam ettiriyor.

Hepimiz için herşey bu kadar anlık esasında… karsıdan karşıya geçmek işte…

Ben bunu en son ne zaman düşündüm… o da ayrı komik… Dominostan pizza siparis ederken… Neden… Çünkü İstanbulda ilk geldiğimde, dışarıdan eve yemek söylemek gibi bir adeti olmayan ben bu konsept ile manitam sayesinde tanıştım... O zamanlar ikimizin evleri ayrı yakalardaydı ve ben onun yakasına geçtiğimde, domestik takıldığımızda pizza söylerdik hep... Sonraaa.. Coğrafyalar birleşemeden biz ayrıldık...Gün oldu, onun haberi olmadı... ve şimdi ben onun evine ( hala orada oturuyorsa tabii  ) 15 dk mesafede oturuyorum... Onunla öğrendiğim, sevdiğim pizzaları, aynı pizzacıdan sipariş ediyorum... Ve evet belki o da ben sipariş verirken bir taraftan da kendi evine aynı pizzadan sipariş ediyor ama birbirimizden haberimiz yoook :S İşte... Belki o metroya yetişsem ( aldatılma mevzuu yok, yanlıs anlasılma olmasın- sadece metafor) halen birlikte sipariş veriyor olcaktık... ya da metroya yetişemesem...
Ya daaaa...Belki bugün, daha yan komşusunu tanımayan, uzun apartmanlarda oturan bir toplumun parçası olarak... belkiiii asansöre bir dakika sonra binersem düüüüünya yakışıklısı komşumla tanışacağım renklerim değişecek, veya 1 milyon CV arasında yazdığım bir kelime sayesinde bir dünya devi şirketin patronu ile görüşeceğim hayatım yeşerecek  Paralell evrenlerde o kapılar açılıp kapanıyormu gerçekten bilmiyorum, bu evrende bakalım kapıların ardında acaba beni neler, kimlerrrr bekliyor (p.s. her neredeysen, çabuk geç kalma erken gel  )

17 Eylül 2011 Cumartesi

Ekonomiye Giriş 101 - Örnek Anlatımlarla Desteklenmiştir

Efendim... Ekonomiye Giriş dersinde öğrenebildiğim 1-2 pratik bilgi vardır. Bunlardan biri Paranın zaman değeri J , diğeri de Azalan Marjinal Fayda Yasası. Bilen, bilmeyen... merak eden için Azalan Marjinal Fayda Yasası der ki;  bir maldan tüketilen/ kullanılan miktar arttıkça, sın birim tüketimden alınan fayda azalır! Tükettiğimiz malın ilkinden aldığımız tatmin en büyüktür ve tekrarlarda birim başına düşen tatmin oranı giderek azalır. Örnekleyecek olursak, Bir insan aç ise önüne gelen 1. Dilim baklava onun için Müüüükemmeldir. 2. Dilimde belki biraz az fıstıklı oldugunu farkedebiliriz, 3. Dilimde bayaaa şekerli olduğunu ve 4. Dilimi istemiyoruzdur...
Evet, buraya kadar yine her daim olduğu gibi teoride süperim ama pratikte tam aksiyim... İnsan olmak lazım di mi! Ama yoook... bendeniz ya hep ya hiç... Bu halet-i ruhiyeyi de şu şekilde özetleyebiliriz...
Ya bildiğin aç yaşıyorum, ya da yedikçe yiyorum... Bu yemek mevzuu zor bi hikaye... özellikle en sevdiğimiz grup olan yiyorum, yiyiorum ama kilo almıyorum diyen o sayıları bir elin parmaklarını geçmeyecek ( kendimi bu şekilde inandırmak istiyorum da J ) kısıma dahil değilsen... Bu iş kibrit kutusu ve zeytin sayısı saymayınca olmuyorrrr... ama ama... işte her yediğim yemekte bir sonraki çataldan daha az fayda sağlayacağımı düşünmek yerine, yemekten sonra yenecek tatlının ne olacağını düşünen ekipten  olduğumdan kendimi  hepppp ekonomik düşünceye doğru iteklemek zorunda kalıyorum... Bu iteklemenin de uzun süre devam etmesinin de akabinde bünyede nasıl bir patlama yarattığını tahmin etmek de çok zor olmasa gerek... J
Veyahut... Ya Yalnızım, ya Sevdikçe sevesim geliyor J  Burada da uygulanabilecek çeşitli yöntemler var halbuki... örneğin Deneme Yanılma Yöntemi... Derler ki; Öğrenme, tekar ve yaşantılar sonucu gerçekleşirmiş. Eğitim veya öğretim sonucu da davranışlarda değişimler meydana gelirmiş...Neden? Çünkü Öğrenmede olgunlaşma ve motivasyon önemli birer faktörmüş... Birşeyi öğrenebilmek için belli bir olgunlaşma düzeyine gelinmesi ve belli bir motivasyon olması gerekmekteymiş...  Halbuki bendeniz... bırakınız olgunlaşma sürecine gelmeyi...daha ayakkabı kriterinden şıkları elemeye başlıyorum ve günün sonunda kısıtlı veri ve DEEV önyargı ile birlikte elimde kalan ya D) HEPSi ya da E) HİÇBİRİ oluveriyor sadece... E) Hiçbirisi olursa Kadın ve Erkek eğrileri çakışmadığı için sonsuzluğa kadar yolu var ama D) Hepsi olduğu noktada tabii ki farklı bileşenler ortaya çıkıyor...
Burada da yine teorisini yalayıp yuttğum ama bir türlü pratiğe dökemediğim güzide bir Ekonomik Piyasa Açıklaması ile konuyu bağlayabilirim... o da Arz ve talep eğrilerinin çakıştığı Denge Noktasıdır... Efenim... Talep Yasası der ki... Malın fiyatı arttıkça o malın taliplerinin sayısı azalır.... Pekiiii... Arz Yasası da der ki... Fiyat arttıkça üretici daha çok üretmek ister... yani talebin tam dersi...ve bunların her ikisinin de 100% isteklerinin gerçekleşmesi birbirleriyle zıt yönlü oldukları için mümkün değildir...Dolayısı ile bir orta yol bulunur ve Piyasa Ekonomisi oluşur... Bunun da manitasyon ilişkilerine yansıması Kaçan Kovalanır yasasında boy gösterir.. bakınız; Piyasada arz azalınca talep artar, mevcut, güllük gülistanlık devam eden ilişkide az umursayan sevgili  daha bir kıymete biner... ya biz aştık artık bunları diye düşünüp gardını düşüren sevgilinin arzı talepten fazla olduğu için fiyatı da düşer!
Ya da, ya da Spor da da sanırım benim kadar bu konudan muzdarip insan var... Spor.... bir kaptırıp düzene oturtabilmek çoook zor, hep bir bahane var...o gün hep mi iş uzar, ya da hep  biryerlere mi davetli olur insan...ama bi kaptırdın mı da bugun spor vardır ve çok üzülerek gelemeyeceğidir.. Aksam vakit yok mu, abartıp sabah daerkenden gidilebilen, gitgide kendini daha iyi  hissetmeni sağlayan bir müessesedir...
Bende inşallah her konuda bir denge noktasını bulacağım ama 30 u beklıyorum J şimdi meşgulüm.... belki sonra :D yerse....

9 Eylül 2011 Cuma

KÖTÜ KARMA :)


Nasıl evde kaldığımı anlatırken erkeklerde aradığım öncelik kriterlerimin kulağa çoook da mantıklı gelmediğinden bahsetmiştim. Bana göre çok da mantıklı olan kriterlerim öncelikle görüntü üzerinden tabii ki çünküüüü, bence çok önemli tenimizin uyumu J Sokakta yanımda gezdireceğim, arkadaşlarıma- ailemize işteee manitam! die tanıştıracağım kişinin...

1) Öncelikli olarak ayakkabıları güzel olmalı... Dost başa, düşman ayağa derler ama gerçekten ayakkabı kriterinin bugüne kadar ne kadında ne erkekte yalan söylediğine şahit olmadım... En basitinden günlük kıyafetleriyle değil de  janti bir takım elbise içinde gördüğünüz herhangi bir adamı süzerken ayakkabıdan başlamadıysanız eğer bakmaya GECER not verebilirsiniz AMA, iddia ediyorum para –pul olayını bitirmiş abiler bile ayakkabılarından renk verirler

 2) karşımızdaki insanın EVRIM sürecini tamamlayıp tamamlamadığının göstergesi olan ‘ SAÇ’ larının durumu... Buradaki ‘ SAÇ’ ense traşından-favorisinden başlar... ve devam eder. Ve

3) erkeklerdeki takı tokalar... Erkeğin güzel bir saate sahip olması gerektiğini zaten söylememe bile gerek yok diye düşünüyorum, sonuçta bu evrensel bir zorunluluk öyle değil mi... Takı-toka dediğimiz tabii bununla sınırlı kalmıyor... Efenim söyyle eski kulağı deliklerden olan bir manita tadından yenmez ama Alyans harici herhangi altın-gümüş vs gibi bir aksesuar da ayrıca takmamalı aday adayımız... Daha fazla göz korkutmadan bu kriterleri sağlayan manita elde etmek için yapılması gereken temel şeyleri özetleyeyim ki... onca anlattıklarım boşa gitmesin J
Şiiiimdi, bileni bilmeyeni Karma yasasından haberdar etmek istiyorum...Hinduizm, Budizm gibi uzak doğu felsefelerine göre Karma ; her türlü eylemin sonuçlarının  kaçınılmaz olduğunu ifade eder. Düşündüğümüz her şey ya da yaptığımız her eylemin sonuçlarının bizi bu yaşamımızda ya da sonrakinde etkileyeceğini söyleyen bir kuraldır. Kısaca yine ortada bir bumerang olduğunu düşünürsek, fırlatıp attığımız iyi/kötü bir hareket bize illa döner ve iyilikle/kötülükle döner... Peki bu Karma bizim manita bulmamızda nasıl bir rol oynayacak? Bakınız... A) Başka insanların manitası var benim yok die olanlara haksız yere BOK atarsak, kendi bokumuzda boğuluruz. B) Hiç tanımadığımız, sokaktan geçen biri için kafadan,  iiighhh ayakkabılara baaaaaak/ Allahım bu gömlek giyilir mi yaaaaa die hor  görürsek C) Metrobuse binerken mevcut Gazi-Malül- Hamile ve Sakatlara yer vermek yerine yer kapmak için depar atarsak diğer yaşantımıza kalmadan KOTU KARMA peşimizi bırakmazzzz... Bunlar kendi kendimize yaptıklarımız... Bir de başkalarına yaptıklarımız var! Efenim, heeep dediğim ETİK kuralları çiğnememeliyiz tabii ki.... Bugün Hoşlanmadığımız ama bizden hoşlanan adama sırf EGO larımız tatmin etsin die Sağ gösterip, sol sallarsak..bize de çalımı atarlar illaaa! Hayır bunları da böyle yazıp anlatıyorum çünkü malum, söz uçar yazı kalır :P VE ben çekiyorum maksat toplum bilinçlensin... benim gibi olmasın J J
P.S: Yaaa bu yazının ardından şunu söylemeden edemeyeceğim...Sevgili hemcinslerim o ayağına oje sürmeden burnu açık ayakkabıyla dolaşmak nerden cıktı yaaaa... lütfen!!! bu yaz bi artış sezinledim sanki...Çok rica edeceğim... para-pul/ manikür pedikür fln değil... ama elinize oje sürmeyecekcekseniz bile ayakları ihmal etmeyelim... Çoook çirkin görünüyooo...

8 Eylül 2011 Perşembe

İlişkide Etik Kurallar :)

Cok Sevgili Erkek Arkadas müessesi… Sizlerden bir ricam olacak! Lütfen girdiğimiz 2 li ilişkileri etik kurallar çerçevesinde oynayalım. Etik kurallar derken karşımızdakini ‘ Kız Arkadas’ dan önce ‘ İnsan’ olarak değerlendirmekle başlayabiliriz mesela...  ( Kadınlar için de aynı şeyler geçerli tabii ki ama bu konuda yanlı  beyan vermem çok da anlaşılmaz olmasa gerek J ) Peki nedir bu oyundaki kusurlu hareketler, bakalım ve görelim:
1-Davranıs: İlişkinin başlangıcında, her iki tarafında birbirine ilk görüşte aşık olmasını beklemiyoruz zaten...olursa ne ala ama olmadıysa da öyleymiş gibi davranmak, dakika 1 de klişe hareketlere girmek çok yanlış… Sadece yatak odasına giden yol kısalsın diye yapılıyor ise bu hareketler daha da yanlış… bunun iddaa da şike yapmaktan ne farkı var ki??  Unutmayalım ki, en basitinden ‘ Seni Seviyorum’ demek bile mühim birşeydir… Gerçekten sevdiğimizi düşünmediğimiz bir insan için bu kelimeleri kullanıp daha büyük beklentiler, umutlar yaratmak ayıp yaaaa…Boş gözlerle söylenen SS yerine daha ağdasız, basit ve kişiye özel komplimanlar her iki tarafda açık kartlar ile oynuyorsa makbuldür. Peki ya bu safhalar geçtikten sonra? İlişkinin gelişme sürecinde de ağız alışkanlığı ile söylenilmeye devam edilen ve malesef artık içeri anlamını yitirmiş olan sözcükler ve davranışlar silsilesi var... Ki bu noktaya gelindiğinde sııırf karşı taraf alınmasın-gücenmesin diye, ilişkinin kalitesini ve süresini azaltıcı bu hareketlerden kaçınmak lazım kanaatindeyim... Kızlar, bu noktada size de lafım var... örneğin adam sizi her aksam KARSIya bırakıyorsa da O aksam siz yarın sabahtan önemli bir toplantısı oldugunu biliyorsanız bırakınız bu aksam sizi eve  O bırakmasın...Ve erkekleri.. a haaaa onu eve bırakmazsam şimdi yarın kesin arıza çıkarır o yüzden hiç bu polemiklere girmeyeyim durumunda bırakmayınız J İlişkinin sonuç bölümünde de başladığımız noktaya dönmek... ilişkinin süresinden bağımsiz olarak, karşımızdakinin Kadın/ Erkek değil insan oldugunu hatırlamak ve hoş bir seda bırakarak gitmek esas olsa, e bi de üstüne hayat bayram olsa, ne güzel olma mı???


2- Hediye: Birbirimize özel günlerde ya da sıradan günlerde alınan hediyelere dikkat etmeliyiz… Dediğim gibi Büyük Aşk yaşamak şart değil ama Büyük Aşk yaşıyormuşcasına alınan hediyeler de içinde Yalan olduğu için hatalı… Neden ayağımı yerden kesmeyen (ki kesse bile)  bir erkeğe 1. ayımızda/ birlikteliğimizin 2. ayına denk gelen doğumgününde Rolex saat alayım ki? Ya da bana neden erkek arkadasım 1. ayımızda/ birlikteliğimizin 2. ayına denk gelen doğumgünümde pırlanta bir kolye alsın ki?  Verdiğim ürünler tabii ki abartılı ama kasıt hem pahalılık hem de ürünlerin dayanlıklılığı… Bakınız klasik bir saatin ya da klasik bir kolyenin ömrü minimum 3-5 sene ve ben daha 3-5 aydır birlikte olduğum ve ne kadar süreceği malum olmayan ( hiçbir zaman garanti yok eveeet ama…)bir manita için, her ne kadar iyi niyetler besliyor olsam da karşımdakine ve bu  ilişkiye karşı, neden bu kadar para ve anlam heba edeyim??? Öte taraftan bu hediyeler hata çünkü aynı zamanda çıtayı yükseltiyorlar… 1. ayda rolex aldığım sevgiliye 1. yılda ne alacağım, Jeep mi??? Oh nooo…. İlişki bitesiye kredı kartı borcundan aranıyor olacağım korkarım ya da manitaya hediye yaptım diye aylarca aç mı kalacağım :S
Hediyeler konusunda ikinci bir kalem de yine çok mantıklı bulmadığım gündelik hediyeler… Nasıl 1 aydır birlikte oldugumuz birine aşırı anlam yüklü hediyeler alınmaması gerektiğini savunuyorsam çoook uzun zamandır birlikte olan ve birbirine alınacak sürpriz hediye kotasını dolduran ilişki sınırına gelinmediği sürece ama ortada düzeyli bir ilişki söz konusu ise, kot-t-shirt gibi hediyelerin yerine biraz daha yaratıcılık ve karşı taraftakinin özel zevkleri gözetilerek... para kadar kafa patlatılarak da güzel birşeyler çıkarılabilir sanki ha???





6 Eylül 2011 Salı

Yalnızlık en çok hangi mevsime, nereye yakışıyor?

Ve evet Eylül ayı geldi...yani sonbahar geldi geliyor.com! Daha da fenası kocaaaaa yaz manitasız geçti... Ufukta da kıştan başka geleceği kesin bir şey de yok üstüne üstlük. Özel olarak terbiye ettiğimiz ve özgür kız olmaya alışmış bünyem yalnızlık kamplarının eski sezonlarında  yaz başlarında daha çok Ah ulen! Bi manitam da yok ki diye iç geçirirdi, iç geçirme de değil de bi küçük sızlama... Yaz mevsimi daha bi aşk mevsimiydi sanki... Deniz – Kum – Güneş üçlüsüne en cok 2 top dondurma ve krem Janti bir sevgili eslik edebilirdi! Ama şimdi yaş kemale ermeye başladığından mı, daha domestik olma yolunda emin adımlar attığımdan mı bilmem... kışın da manitanın ayrı bi tadı var gibi gelmeye başladı J Eeeee neticesinde yazın hava güzel, ben güzel... her ne kadar Asmalıda masaları kaldırsalarda yazın ev dışında geçirilen zamanlar daha bi çok! Ver elini boğazda kahvaltı, tut elimi cihangirde rakı sofrası... o da yetmedi mi hooop at kendini bi deniz kıyısına! Evet, Kışın da Boğaz aynı, Cihangir aynı ama sanki uyanmak bile daha bi zor, dısarı cıktıgında üşümek, üşümemek için kat kat giyinmek! Pofff... ve işte tam da bu günlerde, şöööyle elimin altında bi manita olsa ve en domestiginden mısır patlatıp tüüüm haftasonu evde sezon bitirmecesine dizi izlesek fln diye düşünmeden edemiyor insan... Mevsimlerin ötesinde mekansal olarak da  türlü denemelerim oldu yalnızlık tatbikatı yapmak için... Sakın yanlış anlaşılma olmasın her mevsim Kanka Mevsimi ve her daim Motto muz ‘ Asla bir kız arkadasını bir erkek için satma’ ama, bir AMA var walla... Gerek hudut sınırı dahilinde gerek hudut dışı türlü türlü seyahatler yaptım, yapıyorum ve bu hayatta ennnn zevk aldığım şeylerden biri seyyahlık. Hatta yapılan seyahat planları bile , an itibari ile çalışma hayatımın bile en nüyük motivasyonu ama mevsim geçişlerinde olduğu gibi yeni mekanlar keşfederken de uleeeeen bi manita yapaydım da şuraya birlikte geleydik diye de insanın aklına geliverebiliyor aniden... Bu tip hayaller kurarken, iç geçirirken bile aklımda eski-yeni bir isim bile olmaması bile yeteince trajik sanırım ama ne diyeyim...O zamaaaannn! Havalar nasıl olursa olsun benim havam güzel olsun di mi ama J J

Bu bile mi????

Her kör satıcının bir topal alıcısı çıkar değıl mı? Ya da genel geçer bildiğimiz budur... ki bunun da cok örneklerini görmüşüzdür... kendi çok yakınlarımız arasında bıle, nasıl yaaa??? Bununla bu ne alaka!!! Deyıp de bırlıkte oldukları kişilere veya ilişkilerini yaşayış şekillerıne anlam veremedığımız bir cok arkadaşımız ve durum olmustur illa... Bu yargıya da söz konusu kişilerin gerek fiziksel özellıkleri gerek de sosyo-kulturel durumlarına bakarak varırız... kendimize ucu dokunmayan her konu hakkında fikir yürütmek de insanoglunun devamlılıgını sağlamasına büyük katkı saglamakta kanaatındeyım... ne de olsa insanlar sosyal varlıklalardır degıl mı J pekı... pekı ya bunun  aksinin oldugu durumlar olmaz mı? Yanı kör satıcının bır alıcısı çıkmadıgı durumlar.... daha 20 lerımın baslarındayken 30+ tanıdıklarımdan bekar olanlara bakar ve anlamaya calısırdım.... boyle oldukları ıcın mı bekarlar, yoksa bekar oldukarı ıcın mı boyleler... bıldıgımız yumurta-tavuk dılleması yanı! Kendım 30 a merdıven dayadıgım veeee ufukta kendıme de bekar bır gelecek gordugum su gunlerde halen kararı veremedım... ama su da açık ki bekar oldugum ıcın BÖYLEYİM durumuna baya bı yakınım... dışarıdan bakıldıgında hayat bana güzel... hayatın tadını cıkarıyorum... Dolce Vıta ve dahi Carpe Diem ama bunların hiçbiri latince de durdukları gıbı durmuyor gercek hayatta!!! Ozellıkle bır son kullanım tarıhlerı yoksa... Pekı öz eleştiri yapmaya calışırsam... neden böyle olduğunu keşfedebilir miyim, Neden evde kaldım? Sorusunu yanıtlayabılır mıyım dıye dusundugumde karsı cinste aradıgım özelliklere bakıyorum... sıralıyorum... evet cok da mantıklı seyler aramıyorum belkı... ilk bakılan noktanın Ayakkabı olması bıraz düşündürücü olabilir ama şöyle de bır durum var ki, başta ayakkabı kriteri olmak üzere abuk olmazsa olmazlarımı  sağlamayan ama bana çok aşık olan doktorlar, muhendısler cıktı da ben onları ayakkabıları guzel degıl dıye ( ya da dıger uç ısteklerıme uymuyor) reddettiğim bir durum yok yanı... Başlangıç cümleme geri dönecek olursam ya hu bu hayatta 1 kere bile, istisnasız yani... benim bir alıcım cıkmaz mı ya hu... arkamdan ağlamasa, Romayı yakmasa da olur ama 1 kere bıle dayanılamayan, sadece sesi duyulmak istenen biri olamamak da fena birsey..ben bunu gaayet iyi anladım.. insallah başa insanlar bu raddeye gelmez... Yalllaaaaaaaaaaaaannnn!!! Ben yalnızsam, ben boyle abuk sabuk şeyler üzerine bu kadar satır yazıyorsam özellikle EX Manitalarım ve Kıl olduğum bilimum insanoğlu da ASKsız kalsıııın J

5 Eylül 2011 Pazartesi

Sıradan Ayrılık

Aşk-meşk dediğimiz konu cift bilinmeyenli bir denklem degıl midir? Fazla klişe koktu ama öyle... Her daim mailimize ulaşan Fw mesajlar arasında çok sevdiğim bir arkadaşım Kurt Vonnegut un Drama tanımını göndermişti, Derek Sivers’in agızından... ( http://sivers.org/drama )Tam kulaktan kulaga olacak ama Kısaca, Vonnegut demiş ki; biz Sindrelle masallarıyla buyumus bir toplumuz... yani... hayat çizgimizde sert iniş ve cıkıslar olacagını dusunuyoruz hep...Dogru... örnegın Hollywood filmlerine bakalım... sıradan hayatlar ogretilmiyor bızım bilinç altımıza... bız hep bir mutsuzlugun, huznun coooook acılı, en ağdalı sekılde yasanması gerektiğini, bunun hakkının verılmesını de muteakıp en ennnnn mutlu gunlerın gelecegını... bıze o kotu zamanlarımızı tamamen sildireceğini düşünüyor, düşünmek istiyoruz... belkı bir savunma yontemı bu aynı zamanda...Hindular en azından bu hayatlarında her ne kadar sefalet içinde yaşasalarda biır sonrakınde bunun telafısının olacagını dusunuyorlar, yanı onlar bir ömür boyu yoklugu kabul ederek baslıyorlar maça, ama bizzzz... ilk yarı kaybetsek de 90 dakıka sonunda hep gülen taraf olacağımızı hayal edıyoruz... ha maçı cidden kazanıyorsak ne ala ama kotu oynayıp, macı da kaybedıyorsak neden bir mucize olmadı dıye üzülmek cok da mantıklı degıl sankı... EVET, gelgelelım kıssadan hısseye... Vonnegut ın özetlediği üzere, hepimiz ortalama hayatlar yaşıyoruz... bu ortalama hayat surecınde de ortalama sevgıler tabıı kı... bır adam bır kadını, o kadın da o adamı sevıyor ve mutlu oluyorlar ya da... bır taraf fire verıyor ve mutlu olamıyorlar... ılıskıler hakkında evet uzman degılım ama ıkı ınsanın dahıl oldugu tum ılıskılerde her ıkı tarafında rızası olmadan ne baslangıc ne de devamlılık olamayacagını bılıyorum! Dolayısı ıle kım daha cok sevıyor sorusu da cok anlamlı gelmıyor bana... her ıkı tarafta sevıyor ama bunu ıfade sekıllerı daha jan janlı, daha ağdalı olan kişi degışebiliyor... ayrılırken de öyle... kimse kimseyi bırakmıyor, terk etmiyor... iki insan bırlikte bu zemini hazırlıyorlar ( 3. Kısılerın mudahıl olmadıgı, acgozluluk dısı durumları ele alıyorum) ama sonucta hoscakal diyebılen taraf ayrılan taraf oluyor...

2+1

İki artı bir deyınce aklıma eskıden  2 oda 1 salon ev gelırdı...ve o zaman, kendı evım olmasına ozlem duydugum o gunlerde her daım suratımda bır gulumseme yaratırdı... ve evetttt... doyumsuz ınsanoglu’nun gun geldı 2+1 bir evı oldu.... taaaaam da hayal ettıgı gibi... oley!!!! tam da evım olmasıyla es zamanlı mevcut kankalarım da birer bırer ev sahıbı olmaya basladılar... onlarla birlikte ev dosemesı, dekorasyon dergılerı karıstırması yapmadım ama... neden mı??? Cunku onlar Evliler kervanına katılıyorlardı... ve ‘ Ceyizlık’ , ‘ Evladiyelik’ kısaca pahalı mobleler, perdeler, mutfak setleri onların ılgı alanına giriyordu... bense IKEA ınsanı tabii ki... bu arada parantez acmak gerekırse Ikea dan once nasıl bır hayat vardı ıyı kı bılmıyorum... cok sıradan bır cek-yat ın bıle IKEA dısında bır yerdekı ortalama fiyatı ınsanı korkutmaya yetıyor gercekten...  Neyse.... sonuc olarak gunler gunlerı... dugunler dugunlerı kovaladı... dugun furyasının basında o dugunlere 2 kısı olarak gitmemek kesınlıkle bir sorunmus gibi gorunmuyordu... bır de cok yakın arkadasları dısında ınsanların dugunlerıne laf olsun diye gıtmemek adetındekı benım ıcın... arkadaslarımın mutlulugunu gormek... masadakı diger ekuri ile kim ne gıtmıs, kım kılo almıs, kım vermıs ın muhabbetını yapmak ... dugunde sıra sıra dagıtılan shot lardan ıcerek gecemızı guzellestırmek yeterlı-keyıflıydı... nıtekım dugunlerın sonrasında da... e malum artık benım de coook sevdıgım bir evım vardı ve dizi dizi evlenen cıftlerımızle mısafırcılık de oynayabılıyorduk... sa-ha-ne....pekı sonra!!! Sonra sagolsun arkadaslarım da evlıyız bız dıye benı hıcbır organızasyondan ayrı koymadılar.. cıft-cıft ız bız hadı sana eyvallah yapmadılar ama dedıgım gibi zaman gecıyor ve katılan dugun seremonılerının sayısı da artıyordu... bu ne demek... daha az, cok azzz... 3 ya da 5 bekar kanka kaldı demektı :S ve yazımızın adı olan 2+1 dekı 1 beni, 2 nın de evlı cıftımızı sembolıze ettigi bir dunyanın kapılarının sonuna kadar bana acılması demektı.... zaten 29,5 yasına dayanmıs olan hassas bunyemin de bu durumun vehametının farkına varmasıyla da artık bana hersey olmayan kurbaga prensi hatırlatıyordu...bu noktada su soru akıllara gelebılır.... madem kankaların evenıyor... onların da cevrelerı genıslıyor... sana da nasıplenecek yenı pazarlar olusmadı mı?? Enteresan bir sekılde hayır olusmadı J 2+1 ev olarak coook super ve yeterlı gelırken artık bır beden buyuk bıle gelıyor...

Isıt, Isıt koy...

Pekiiii.... evet yaşlı olmayabilirim ya da müzik otoritesi ama söz konusu muzık-tv oldugu zaman bırkaç nesıl gordük... evet ozel radyoların, kanalların acılısını, turk pop unu patlayısını, turk dizilerinin değişim sürecini görmüş nesilin parçasıyım... memlekettın attıgı koca tuketım adımlarını.. hızla artan tuketımı gormus nesıldenım... sımmmdı donup bakıyorum... bır grup buyugumuz var... hepsı ‘ Dıva- Efsane’ olarak adlandırılıp konumlandırıyorlar her daım... evet kasetler varken hepsının kasetlerını alıp renklerıne gore dızı dızı sıraladık ama sımdı bakıyorum buyuk kısmı haaalen o kaset yıllarında kalmıslar.... halen ‘dıva’ olarak adlandırılıyorlar.... halen, günümüz paparazzı programlarında evlerını gordugumuz zaman vayyy be dedırtecek evlerı, yasamları var... gözümüz yok da..... nasıl bır istiflemişler zamanında ya hu....benım sinirimi bozan o zaman kazandıkları da degıl de bu kadar zamandır haaaallllen 20 yılın ekmegını yemelerı... halen aynı sarkıları... aynı ton ruju surup, saclarına aynı krepeyı yaptırıp... perugunu bıle degıstırmden yapmaları ve haaala alıcı bulmaları... ya hu kendiniz üretmiyor olabilirsiniz, sadece yorumcu olabılırsınız, o zaman sizin sarkılarınıza soz muzık yazanlar su anda aramızda olmayabılır ama evet dünya dönüyor sen ne dersen de ve o donemkı akranlarınız-rakıplerınız... baksanıza haaalen kendılerıne verılen ‘ Dıva- Efsane’ unvanının hakkını verıyorlar... bunun ıcın emek sarfedıyorlar.... haaa yapmıyorsan o senın bılecegın sey ama en azından gercekten hıc yoktan Teoman gibi, arkadaş ben yokum de... bıraktım ben muzıgı de... senı arayıp su programımıza katılır mısın dıyen programcılara da pop-starımız, dıva mız... turk muzıgının ennnn buyuk ısımlerınden dıye senı cagırmalarına ızın verdırme... 20 sene once sarkılarını haaallllen ısıtıp ısıtıp getırme ya... lutfeenn!!!

Tik – Tak, Tik – Tak...

Su muzık kanallarında çalan sarkıların altında hangı senenın şarkısı oldugunu yazmaları cok fena bırsey... 29,5 yasına gelıp yaslanıyorum ve yalnızım trıbınde oldugumdan mıdır... ya da onun bir ekstra bir katkısı var mıdır bılemıyorum ama ne kadarrr uzun zaman oldugunu hatırlatıyor ınsana... süreç genelde şu şekılde işlıyor... hımmm sarkı 1999 un sarkısıymıs.... vayyy beee... ne kadar uzun zaman olmus... anaaaa, sahi ne kadar olmus???? O haaa... 11 sene.... anaaaa... o sarkı cıktıgında ben Bodrumdaydım... o hoooo... o zamanlar boyyle Beach ler fln coook yoktu... evet ama hep bu sarkı calıyordu... o sene bız ılk defa kız kıza tatıl yapıyorduk... liseyi bitirmiştik evet... o haaaa....ben liseyı bıtırelı 11 sene mı olduuu... wayyy beee!!! E tabııı... aynı sarkıcının ertesı sene soooyle bı sarkısı daha cıkmıstı.... offff, nasılda meshur olmustu... tam da bizi, o zamanki manitayla benım durumumu anlatıyordu... hatta o klıptekı ayakkabılardan bende de vardı... harçlıklarımdan biriktrip almıstım... ama ne olaydııı... bir klıbın altında yazan senenın bunca seye yol actıgını bılse muzık kanalları halen yayınlarlarmıydı cidden merak edıyorum... ya da bunun ıcın mı yapıyorlar acaba J
Bı de bu seneryonun güzellik yarısması versıyonu var.... biz o zaman yenı türeyen ozel kanalların hepsınde ayrı ayrı yayınlanan guzellık yarısmalarını ızleyen haaalllen magazın programlarını dolduran mankenlerın sıra sıra dereceler aldıgı ve halen estetıksız oldugu gunlerı hatırlayanlardanız....AMA, ama o zamanlar kızlar cıkıp boyum 1:75, kılom 52 dıyıp vucut olculerını sıralarlarken soyledıklerı yasları o zaman bızı hiiiç enterese etmıyordu.... 19-20-21 ne fark eder kı... ama sımdı.... sımdı bır yarışmada ya da elinize aldıgınız bır albumde solistin yaşını gördüğünüzde bır sanıye dusunup o hesaplamayı yapıyoruz.... evet... 2011 – 20 = 1990... neeeeee amannn tanrımmm!!!!!! Ve o zamana kadar portakalda vıtamın oldugunu dusundugunuz insanların degıl okula baslamak, coktan okumayı ogrendikleri hatta ergenliği bile aşıp guzellik yarışmasına girecek yaşa geliğini hatta sizden daha zayıf, daha uzun, daha daha guzelllll oldugunu idrak ediyorsunuz... işte, esasında o nokta tam olarak tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan cıkıyor dillemasınını içsellestirip sorgulamaya basladıgınız nokta aynı zamanda...  Ne alaka mı??? Esasından cok alaka... dedıgım gibi yas 29,5 yer Istanbul ve ben kendım ve Kedım durumunda isen bır anda ya hu ben bırseylerı kacırdım galıba, pekı neden... nıye boyle oldu kı... ben boyle bırı oldugum ıcın mı yalnız kaldım yoksa yalnız kaldıgım ıcın mı boyle oldum...  ‘ boyle’ esasen ne demek... neyım var kı benım... tamam 19-20 yasını bayaa bı gecmıs olabılırım... tamam bırcok arkadasın duzenı dernegı kurdu ama... ama sende daha olmedın ya dıyıp... senı tastıkleyecek en yakın kanka ya basvurdugun zamanlar demek....

İlişkiye Giriş 101

Hayatın bölümlere ayrılabıleceğini düşünen ben, kendi hayatımın gelişme bölümü olarak tanımlayabıleceğim ‘Istanbul’ bölümünün girişine bir de ‘ İlişkiye Giriş’ alt baslıgı eklemiştim... önümde keşfedilmeyi bekleyen kocaaa bir Istanbul ve koccaaaa bir kadın-erkek kıtabı bulunuyordu... çevir çevir oku.... o zaman haberdar olmadıgım Aşkın ömrü 3 yıldır gibi klişelerin de ne kadar bilimsel oldugunu o zaman bilmiyordum tabii ki ve bu manitasyon meselelerıne satranctan cok tavla muamelesı yapıyordum... haydiiiii, salla zarı ne gelırse! Tabii o naiflikle onceleri yanlıslıkla, ağız alışkanlığıyla kiziiiim!!! diye bile seslendigin manıtayla  zaman ıcerısınde...mod degıstırıp zaman ıcerısınde ASK ı ogrenmeye, ömrünü tüketmeye, geri saymaya baslıyorsunuz... yenı baslayanlar için kendi örneğim üzerinden birkaç genelleme yapmak istiyorum... Bakınız; 1 sene cok ideal.... kafa yerinde, hersey yolunda ve ortada alt yapısal sorunlar yoksa, davul bıle dengi dengineyse 1. Sene sonunda Walla evlenırım ben bu adamla/ kadınla kafasına bıle gelebılıyorsunuz hıııııııc bu sekılde kosullandırılmamıs bır ınsan olmasanız bıle... Çünkü bu süre içerisinde cift düşünmek, senkronize hareket etmek  hayatınızın bir parcası oluveriyor... sıkılma ve monotonlasma da baslamıyor henuz öteiı taraftan da ortak bı dil bile gelıstırmıs oluyorsunuz... artık sadece ıkınızın anladıgı cumleler hatta sadece bakıslar bıle var... kısaca kulak memesı kıvamındakı hamur... ne tarafa ıstıyorsan yogur J ‘ ılıksıde Gelısme(me) ‘ bolumu ıse ılk bolum kadar renklı olmuyor tabıı kı... bu oyle bır nokta kı, adam korkmaya... kadın huysuzlasmaya baslıyor... adam niye mı korkuyor... ne bıleyım bennn... yalan biliyorum esasen.. bu adamın yaşıyla da alakalı ama dedıgım gıbı erkek tarafında da bır idrak oluyor.... hayddaaa, ben bu kızla tavla oynuyordum tam... oyun bayaa bı uzadı sanırım... habıre bende bununla oynuyorum.. nasıl yanı!? Baska bırılerı yokmu... hanı turnuva yapacaktık... neeee!!! Yoksa fınale mı kaldım??? Sampıyon olsam bıle baska fınalıstlerle oynayamayacak mıyım? Saat kac, burası neresı... ben kımım... aman tanrım bu yanımdakı -  karşımdakı de kim!!! diye dusunebılecek nefesı alma fırsatı buluyor... genel gecer olarak da klasık erkek muhabbetlerinin, yani... daldakı 100 kuşun uzağında kaldıgını fark ediyor ve paniliyor....
Pekı ya kız tarafı... o da, en ben o kafada değilim diyenı bile.... ulan ıyı gidiyo yaaa.... acaba, acaba balayına nereye gitsek, ya da... ayyy ne tatlı nevresım takımı... neyse ılerıde evım olursa bundan alıyım bende kendıme diye düşünmeye baslıyor... ve hafazan allah bunun kokusunu erkek tarafı en en ufak sekılde alırsa ıste o zaman sonun baslangıcı baslıyor.... bu noktada esasen iki senaryo olması olası...  öncelıklı olarak 3 yıllık süreye sadık kaldıgımızı ve her bolum için ortalama 1 sene süresini aldığımızı hatırlatmak istiyorum... son 1 seneyı ‘ ilişkide tükeniş’ olarak adlandırısak buradaki 1. Opsiyon  mehteran seneryosu... cçcukken okudugumuz bir kıtap serisi vardı... macera kıtapları... kıtabınn bircok sonu vardı... örnegın 20. Sayfanın sonunda sag dakı yolu secıyorsan 30. Sayfaya git , soldakı yolu secıyorsan 45. Sayfaya diye senı yönlendiriyordu... sonra bır secım-bir secım ve bır secım daha.... bunu nıye sokusturdum sımdı ‘ ılıskıde tukenıs’e... çünkü... çünkü bu da o tarz... ama tek ki burada yollar farklı olsa da sonuc tek....yaşanan ılişkideki her iki tarafın da tavır-tutum ve duygularını ifade sekline göre bayaaaaa sert veya daha yumusak olabilir süreç ama netice olarak ya oglan ve kız bırbırını tuketır, tuketır ve pes ederler.... ya da... tuketır- tukenır pes ederler... bırınden bırı dayanamaz... karsı tarafı yenıden ıstedıgını, herseyın degısebılecegını... ilk gunku gıbı olabılecegını ıddaa eder, ınanır.... bir daha, bir daha yakmaya calısırlar... bir sure de boyle gecer ama yıne biter... bakınız her halukarda sene:3 nokta FINISH....
Sımdı kendı hıkayemıze bu noktada bakacak olursak... yenı bır alt baslık baslamıstır Istanbul bolumunde....’ Gelecege Donus’  evettttt.... bunyeye duygusal zeka enjekte edılmeden once mantık ıle gaaaayet guzel hayatını ıdame ettıren cakma Istanbullu Bırıcık Jones simdi yenıden mantık ınsanı olmaya gerı donmelıdır... ama nasıl... e bu mevzuu, cıft olarak dusunme, hareket etme durumu oyle bır dakıkada enjekte edılmedıgı gibi, bir dakıkada da bunyeden atılmıyor....ınsanın eskı kendını hatırlaması da bayaa bı sancılı bir donem oluyor... e tabıı bana hersey senı hatırlatıyor... her yer sen kokuyor zamanlarının atlatılmasıyla bırlıkte bır de ıhmal edılen arkadaslıkların gerı kazanılması var; ki bu da en zorlu ve emek gerektiren nokta... normal olarak manita yanındayken başka kimseye ıhtıyaç yoktu... persembe aksamı bı arkadasın arayıp yarın ne yapıyorsun, goruselim mi? dediğinde heppp daha önceden yapılmıs bır plan vardı.... ama sonrakı bi zaman illa goruselim di... oysa simdiiii.... tamameeennn boştum... pekii... pekı bu sırada o beklemeye aldıgım arkadaşlarım, onlar naapmıstı... tabii kı sımdı bır cogu ıle rollerı degıstırmıstık bıle... şimdi önceden planı yapmıs, en hasından manıtayı hatta tek tası cakmıs olanlar onlardı.... haaa, bi de söyle bı durum vardı tabıı... ben ayrılık durumunu idrak etmeye calısırken, tum heyecanı ıle yenı başlayan ilişkisini bana anlatan arkadaslarım.... haydi buyur buradan yak.....o gune kadar kımseye nazar etmemıs olan Bırıcık J. nın bunyesınde yenı alerjık reaksıyonlar bas gostermektedır... ( ki buna sonrada burukluk denecektır) Sonra, sonra da artık sınemaların arka degıl orta sıraları daha cazıp gelmeye baslanacak... sessız sakın yapılan uzuuuun kahve sohbetlerının yerını muziğin volume unun yukseldiği kahvenın alkolle yer degıstırdıgı daha ‘ eglencelı’ muhabbetler almaya baslar...İstanbul bir anda renk, kabuk degıstirmektedir...  Ilişkide tükeniş ın artcıları da vardır tabıı... bos beles takılmalar... kıskandırmalar, ayrıldıgın adamdan baska bırıyle, aklında o varken... sırf kendıne bırseyler ıspat etmek... halen onun umrunda oldugunu zannetmek ve ayrıldıgın adamı haaaallleeen Aldatıyorum :P kafasında hareketler yapmak... ha ha haaaaa.... sımdı dönüp gülebildiğim bu hareketler o zaman, hep aynı hedefe atılan oklar işteee....daha doğrusu Bumerang etkisi olması, giden manitanın aynı hızla geri döneceğini umarak hatta bundan emin olarak yapılan acemi hareketler...