30 Eylül 2011 Cuma

'İş Kıyafeti'

Bayan Takım Elbise
İş Kıyafeti konseptine o kadar karşıyım ki.... ne kadar saçma birşey insanın gardrobunu ve dolayısı ile bütçesini böyle parçalara ayırması!!!Bakınız bunun sebebi birlikte iş yaptığımız insanlara kendimizi, yaptığımız işi daha ciddiye alıyor gibi göstermek midir? Ya da çalıştığımız firmada insanların birbirlerine kıyafetleri ile doğru orantılı bir ciddiyette yaklaşacagını mı varsayıyoruz...Ama bu böyle değiiil... Maalesef, daha karşımdaki insan bana telefonda ALO dediği an 3 aşağı 5 yukarı anlıyorum ben o takım elbisenin altında nasıl biri olduğunu ya da beni takım elbiseler içinde de görseler anlıyorlar benim nasıl o takım elbise içinde ne kadar eğreti durduğumu J Ben demiyorum ki insanlarla temas halinde işler yapanlar karşılarındaki insanlara gösterdikleri saygıyı kıyafetleri ile göstermesin... Göstersin... ama bu sonuca varabilmemiz için tek yol takım elbise değil...Hayır böyle olunca aldığım bir kot pantolon bile bir türlü eskiyemiyor... Ayakkabıların topukları bile yıpranmıyor J Ya iş dışındaki kıyafetlerini de iş günündekiler gibi sıkıcı hale getiricen, ya da çantanı montunu bile çifter çifter bütçeleyecen J J

Okula giderken de aynı şeyi düşünürdüm... o zamanda herkes denk görünsün, ekonomik farklılıklar çok belli olmasın, okul kültürü vs gibi türlü açıklamalar vardı üniforma için... Ama o zamanda asssla her ikisine de yaramadığını düşündüm.... Okul kültürü ise söz konusu yaratılmak istenen, öyle bir alt yapı yapacaksın ki gençlere, farkın fark edilecek... haaa, ekonomik farklılıklar mı? Ya hu hele ki ergenler, karşısındakinin göz bebeğinden anlarlar kim kimdir, ne nediri... Bakınız boşu boşuna söylemiyorum Üniversite Cennetti diye... Lise ve İş hayatı arasında resmen kurtarılmış bölge J Sabah zorla erkenden kalkmana, üniforma/ iş kıyafeti giymene gerek yok... Ustunde hesap vermen gereken bir öğretmen veya patron yok... Tamam üniversitede arıza hocalar var ama...Hey gidi günler heeeyyy....

Sliding Doors ve Dominos Pizza



Sene 1998, Başrol: Gwyneth Paltrow…Film: Sliding Doors…

Bu filmi izleyip cook bayılmadım…Benim Oscar ım bu filme demedim… Ama… Sonrasında her yolağzında bu film aklıma geldi. Neydi filmin konusu; Evli bir ablamız var… İşinden evine dönmek için tren istasyonuna gidiyor… Ve sonrası yolağzı…

A) Treni yakalıyor: Kocasının kendisini aldattığını farkediyor, kendini sorguluyor… Hoşnut olmaduğı işinden ayrılıyor, sevdiği bir adamla birlikte olmaya başlıyor

 B) Treni yakalamıyor: Aldatılmaya devam ediyor, sevmediği işi ve mutsuz olduğu ilişkisini devam ettiriyor.

Hepimiz için herşey bu kadar anlık esasında… karsıdan karşıya geçmek işte…

Ben bunu en son ne zaman düşündüm… o da ayrı komik… Dominostan pizza siparis ederken… Neden… Çünkü İstanbulda ilk geldiğimde, dışarıdan eve yemek söylemek gibi bir adeti olmayan ben bu konsept ile manitam sayesinde tanıştım... O zamanlar ikimizin evleri ayrı yakalardaydı ve ben onun yakasına geçtiğimde, domestik takıldığımızda pizza söylerdik hep... Sonraaa.. Coğrafyalar birleşemeden biz ayrıldık...Gün oldu, onun haberi olmadı... ve şimdi ben onun evine ( hala orada oturuyorsa tabii  ) 15 dk mesafede oturuyorum... Onunla öğrendiğim, sevdiğim pizzaları, aynı pizzacıdan sipariş ediyorum... Ve evet belki o da ben sipariş verirken bir taraftan da kendi evine aynı pizzadan sipariş ediyor ama birbirimizden haberimiz yoook :S İşte... Belki o metroya yetişsem ( aldatılma mevzuu yok, yanlıs anlasılma olmasın- sadece metafor) halen birlikte sipariş veriyor olcaktık... ya da metroya yetişemesem...
Ya daaaa...Belki bugün, daha yan komşusunu tanımayan, uzun apartmanlarda oturan bir toplumun parçası olarak... belkiiii asansöre bir dakika sonra binersem düüüüünya yakışıklısı komşumla tanışacağım renklerim değişecek, veya 1 milyon CV arasında yazdığım bir kelime sayesinde bir dünya devi şirketin patronu ile görüşeceğim hayatım yeşerecek  Paralell evrenlerde o kapılar açılıp kapanıyormu gerçekten bilmiyorum, bu evrende bakalım kapıların ardında acaba beni neler, kimlerrrr bekliyor (p.s. her neredeysen, çabuk geç kalma erken gel  )

17 Eylül 2011 Cumartesi

Ekonomiye Giriş 101 - Örnek Anlatımlarla Desteklenmiştir

Efendim... Ekonomiye Giriş dersinde öğrenebildiğim 1-2 pratik bilgi vardır. Bunlardan biri Paranın zaman değeri J , diğeri de Azalan Marjinal Fayda Yasası. Bilen, bilmeyen... merak eden için Azalan Marjinal Fayda Yasası der ki;  bir maldan tüketilen/ kullanılan miktar arttıkça, sın birim tüketimden alınan fayda azalır! Tükettiğimiz malın ilkinden aldığımız tatmin en büyüktür ve tekrarlarda birim başına düşen tatmin oranı giderek azalır. Örnekleyecek olursak, Bir insan aç ise önüne gelen 1. Dilim baklava onun için Müüüükemmeldir. 2. Dilimde belki biraz az fıstıklı oldugunu farkedebiliriz, 3. Dilimde bayaaa şekerli olduğunu ve 4. Dilimi istemiyoruzdur...
Evet, buraya kadar yine her daim olduğu gibi teoride süperim ama pratikte tam aksiyim... İnsan olmak lazım di mi! Ama yoook... bendeniz ya hep ya hiç... Bu halet-i ruhiyeyi de şu şekilde özetleyebiliriz...
Ya bildiğin aç yaşıyorum, ya da yedikçe yiyorum... Bu yemek mevzuu zor bi hikaye... özellikle en sevdiğimiz grup olan yiyorum, yiyiorum ama kilo almıyorum diyen o sayıları bir elin parmaklarını geçmeyecek ( kendimi bu şekilde inandırmak istiyorum da J ) kısıma dahil değilsen... Bu iş kibrit kutusu ve zeytin sayısı saymayınca olmuyorrrr... ama ama... işte her yediğim yemekte bir sonraki çataldan daha az fayda sağlayacağımı düşünmek yerine, yemekten sonra yenecek tatlının ne olacağını düşünen ekipten  olduğumdan kendimi  hepppp ekonomik düşünceye doğru iteklemek zorunda kalıyorum... Bu iteklemenin de uzun süre devam etmesinin de akabinde bünyede nasıl bir patlama yarattığını tahmin etmek de çok zor olmasa gerek... J
Veyahut... Ya Yalnızım, ya Sevdikçe sevesim geliyor J  Burada da uygulanabilecek çeşitli yöntemler var halbuki... örneğin Deneme Yanılma Yöntemi... Derler ki; Öğrenme, tekar ve yaşantılar sonucu gerçekleşirmiş. Eğitim veya öğretim sonucu da davranışlarda değişimler meydana gelirmiş...Neden? Çünkü Öğrenmede olgunlaşma ve motivasyon önemli birer faktörmüş... Birşeyi öğrenebilmek için belli bir olgunlaşma düzeyine gelinmesi ve belli bir motivasyon olması gerekmekteymiş...  Halbuki bendeniz... bırakınız olgunlaşma sürecine gelmeyi...daha ayakkabı kriterinden şıkları elemeye başlıyorum ve günün sonunda kısıtlı veri ve DEEV önyargı ile birlikte elimde kalan ya D) HEPSi ya da E) HİÇBİRİ oluveriyor sadece... E) Hiçbirisi olursa Kadın ve Erkek eğrileri çakışmadığı için sonsuzluğa kadar yolu var ama D) Hepsi olduğu noktada tabii ki farklı bileşenler ortaya çıkıyor...
Burada da yine teorisini yalayıp yuttğum ama bir türlü pratiğe dökemediğim güzide bir Ekonomik Piyasa Açıklaması ile konuyu bağlayabilirim... o da Arz ve talep eğrilerinin çakıştığı Denge Noktasıdır... Efenim... Talep Yasası der ki... Malın fiyatı arttıkça o malın taliplerinin sayısı azalır.... Pekiiii... Arz Yasası da der ki... Fiyat arttıkça üretici daha çok üretmek ister... yani talebin tam dersi...ve bunların her ikisinin de 100% isteklerinin gerçekleşmesi birbirleriyle zıt yönlü oldukları için mümkün değildir...Dolayısı ile bir orta yol bulunur ve Piyasa Ekonomisi oluşur... Bunun da manitasyon ilişkilerine yansıması Kaçan Kovalanır yasasında boy gösterir.. bakınız; Piyasada arz azalınca talep artar, mevcut, güllük gülistanlık devam eden ilişkide az umursayan sevgili  daha bir kıymete biner... ya biz aştık artık bunları diye düşünüp gardını düşüren sevgilinin arzı talepten fazla olduğu için fiyatı da düşer!
Ya da, ya da Spor da da sanırım benim kadar bu konudan muzdarip insan var... Spor.... bir kaptırıp düzene oturtabilmek çoook zor, hep bir bahane var...o gün hep mi iş uzar, ya da hep  biryerlere mi davetli olur insan...ama bi kaptırdın mı da bugun spor vardır ve çok üzülerek gelemeyeceğidir.. Aksam vakit yok mu, abartıp sabah daerkenden gidilebilen, gitgide kendini daha iyi  hissetmeni sağlayan bir müessesedir...
Bende inşallah her konuda bir denge noktasını bulacağım ama 30 u beklıyorum J şimdi meşgulüm.... belki sonra :D yerse....

9 Eylül 2011 Cuma

KÖTÜ KARMA :)


Nasıl evde kaldığımı anlatırken erkeklerde aradığım öncelik kriterlerimin kulağa çoook da mantıklı gelmediğinden bahsetmiştim. Bana göre çok da mantıklı olan kriterlerim öncelikle görüntü üzerinden tabii ki çünküüüü, bence çok önemli tenimizin uyumu J Sokakta yanımda gezdireceğim, arkadaşlarıma- ailemize işteee manitam! die tanıştıracağım kişinin...

1) Öncelikli olarak ayakkabıları güzel olmalı... Dost başa, düşman ayağa derler ama gerçekten ayakkabı kriterinin bugüne kadar ne kadında ne erkekte yalan söylediğine şahit olmadım... En basitinden günlük kıyafetleriyle değil de  janti bir takım elbise içinde gördüğünüz herhangi bir adamı süzerken ayakkabıdan başlamadıysanız eğer bakmaya GECER not verebilirsiniz AMA, iddia ediyorum para –pul olayını bitirmiş abiler bile ayakkabılarından renk verirler

 2) karşımızdaki insanın EVRIM sürecini tamamlayıp tamamlamadığının göstergesi olan ‘ SAÇ’ larının durumu... Buradaki ‘ SAÇ’ ense traşından-favorisinden başlar... ve devam eder. Ve

3) erkeklerdeki takı tokalar... Erkeğin güzel bir saate sahip olması gerektiğini zaten söylememe bile gerek yok diye düşünüyorum, sonuçta bu evrensel bir zorunluluk öyle değil mi... Takı-toka dediğimiz tabii bununla sınırlı kalmıyor... Efenim söyyle eski kulağı deliklerden olan bir manita tadından yenmez ama Alyans harici herhangi altın-gümüş vs gibi bir aksesuar da ayrıca takmamalı aday adayımız... Daha fazla göz korkutmadan bu kriterleri sağlayan manita elde etmek için yapılması gereken temel şeyleri özetleyeyim ki... onca anlattıklarım boşa gitmesin J
Şiiiimdi, bileni bilmeyeni Karma yasasından haberdar etmek istiyorum...Hinduizm, Budizm gibi uzak doğu felsefelerine göre Karma ; her türlü eylemin sonuçlarının  kaçınılmaz olduğunu ifade eder. Düşündüğümüz her şey ya da yaptığımız her eylemin sonuçlarının bizi bu yaşamımızda ya da sonrakinde etkileyeceğini söyleyen bir kuraldır. Kısaca yine ortada bir bumerang olduğunu düşünürsek, fırlatıp attığımız iyi/kötü bir hareket bize illa döner ve iyilikle/kötülükle döner... Peki bu Karma bizim manita bulmamızda nasıl bir rol oynayacak? Bakınız... A) Başka insanların manitası var benim yok die olanlara haksız yere BOK atarsak, kendi bokumuzda boğuluruz. B) Hiç tanımadığımız, sokaktan geçen biri için kafadan,  iiighhh ayakkabılara baaaaaak/ Allahım bu gömlek giyilir mi yaaaaa die hor  görürsek C) Metrobuse binerken mevcut Gazi-Malül- Hamile ve Sakatlara yer vermek yerine yer kapmak için depar atarsak diğer yaşantımıza kalmadan KOTU KARMA peşimizi bırakmazzzz... Bunlar kendi kendimize yaptıklarımız... Bir de başkalarına yaptıklarımız var! Efenim, heeep dediğim ETİK kuralları çiğnememeliyiz tabii ki.... Bugün Hoşlanmadığımız ama bizden hoşlanan adama sırf EGO larımız tatmin etsin die Sağ gösterip, sol sallarsak..bize de çalımı atarlar illaaa! Hayır bunları da böyle yazıp anlatıyorum çünkü malum, söz uçar yazı kalır :P VE ben çekiyorum maksat toplum bilinçlensin... benim gibi olmasın J J
P.S: Yaaa bu yazının ardından şunu söylemeden edemeyeceğim...Sevgili hemcinslerim o ayağına oje sürmeden burnu açık ayakkabıyla dolaşmak nerden cıktı yaaaa... lütfen!!! bu yaz bi artış sezinledim sanki...Çok rica edeceğim... para-pul/ manikür pedikür fln değil... ama elinize oje sürmeyecekcekseniz bile ayakları ihmal etmeyelim... Çoook çirkin görünüyooo...

8 Eylül 2011 Perşembe

İlişkide Etik Kurallar :)

Cok Sevgili Erkek Arkadas müessesi… Sizlerden bir ricam olacak! Lütfen girdiğimiz 2 li ilişkileri etik kurallar çerçevesinde oynayalım. Etik kurallar derken karşımızdakini ‘ Kız Arkadas’ dan önce ‘ İnsan’ olarak değerlendirmekle başlayabiliriz mesela...  ( Kadınlar için de aynı şeyler geçerli tabii ki ama bu konuda yanlı  beyan vermem çok da anlaşılmaz olmasa gerek J ) Peki nedir bu oyundaki kusurlu hareketler, bakalım ve görelim:
1-Davranıs: İlişkinin başlangıcında, her iki tarafında birbirine ilk görüşte aşık olmasını beklemiyoruz zaten...olursa ne ala ama olmadıysa da öyleymiş gibi davranmak, dakika 1 de klişe hareketlere girmek çok yanlış… Sadece yatak odasına giden yol kısalsın diye yapılıyor ise bu hareketler daha da yanlış… bunun iddaa da şike yapmaktan ne farkı var ki??  Unutmayalım ki, en basitinden ‘ Seni Seviyorum’ demek bile mühim birşeydir… Gerçekten sevdiğimizi düşünmediğimiz bir insan için bu kelimeleri kullanıp daha büyük beklentiler, umutlar yaratmak ayıp yaaaa…Boş gözlerle söylenen SS yerine daha ağdasız, basit ve kişiye özel komplimanlar her iki tarafda açık kartlar ile oynuyorsa makbuldür. Peki ya bu safhalar geçtikten sonra? İlişkinin gelişme sürecinde de ağız alışkanlığı ile söylenilmeye devam edilen ve malesef artık içeri anlamını yitirmiş olan sözcükler ve davranışlar silsilesi var... Ki bu noktaya gelindiğinde sııırf karşı taraf alınmasın-gücenmesin diye, ilişkinin kalitesini ve süresini azaltıcı bu hareketlerden kaçınmak lazım kanaatindeyim... Kızlar, bu noktada size de lafım var... örneğin adam sizi her aksam KARSIya bırakıyorsa da O aksam siz yarın sabahtan önemli bir toplantısı oldugunu biliyorsanız bırakınız bu aksam sizi eve  O bırakmasın...Ve erkekleri.. a haaaa onu eve bırakmazsam şimdi yarın kesin arıza çıkarır o yüzden hiç bu polemiklere girmeyeyim durumunda bırakmayınız J İlişkinin sonuç bölümünde de başladığımız noktaya dönmek... ilişkinin süresinden bağımsiz olarak, karşımızdakinin Kadın/ Erkek değil insan oldugunu hatırlamak ve hoş bir seda bırakarak gitmek esas olsa, e bi de üstüne hayat bayram olsa, ne güzel olma mı???


2- Hediye: Birbirimize özel günlerde ya da sıradan günlerde alınan hediyelere dikkat etmeliyiz… Dediğim gibi Büyük Aşk yaşamak şart değil ama Büyük Aşk yaşıyormuşcasına alınan hediyeler de içinde Yalan olduğu için hatalı… Neden ayağımı yerden kesmeyen (ki kesse bile)  bir erkeğe 1. ayımızda/ birlikteliğimizin 2. ayına denk gelen doğumgününde Rolex saat alayım ki? Ya da bana neden erkek arkadasım 1. ayımızda/ birlikteliğimizin 2. ayına denk gelen doğumgünümde pırlanta bir kolye alsın ki?  Verdiğim ürünler tabii ki abartılı ama kasıt hem pahalılık hem de ürünlerin dayanlıklılığı… Bakınız klasik bir saatin ya da klasik bir kolyenin ömrü minimum 3-5 sene ve ben daha 3-5 aydır birlikte olduğum ve ne kadar süreceği malum olmayan ( hiçbir zaman garanti yok eveeet ama…)bir manita için, her ne kadar iyi niyetler besliyor olsam da karşımdakine ve bu  ilişkiye karşı, neden bu kadar para ve anlam heba edeyim??? Öte taraftan bu hediyeler hata çünkü aynı zamanda çıtayı yükseltiyorlar… 1. ayda rolex aldığım sevgiliye 1. yılda ne alacağım, Jeep mi??? Oh nooo…. İlişki bitesiye kredı kartı borcundan aranıyor olacağım korkarım ya da manitaya hediye yaptım diye aylarca aç mı kalacağım :S
Hediyeler konusunda ikinci bir kalem de yine çok mantıklı bulmadığım gündelik hediyeler… Nasıl 1 aydır birlikte oldugumuz birine aşırı anlam yüklü hediyeler alınmaması gerektiğini savunuyorsam çoook uzun zamandır birlikte olan ve birbirine alınacak sürpriz hediye kotasını dolduran ilişki sınırına gelinmediği sürece ama ortada düzeyli bir ilişki söz konusu ise, kot-t-shirt gibi hediyelerin yerine biraz daha yaratıcılık ve karşı taraftakinin özel zevkleri gözetilerek... para kadar kafa patlatılarak da güzel birşeyler çıkarılabilir sanki ha???





6 Eylül 2011 Salı

Yalnızlık en çok hangi mevsime, nereye yakışıyor?

Ve evet Eylül ayı geldi...yani sonbahar geldi geliyor.com! Daha da fenası kocaaaaa yaz manitasız geçti... Ufukta da kıştan başka geleceği kesin bir şey de yok üstüne üstlük. Özel olarak terbiye ettiğimiz ve özgür kız olmaya alışmış bünyem yalnızlık kamplarının eski sezonlarında  yaz başlarında daha çok Ah ulen! Bi manitam da yok ki diye iç geçirirdi, iç geçirme de değil de bi küçük sızlama... Yaz mevsimi daha bi aşk mevsimiydi sanki... Deniz – Kum – Güneş üçlüsüne en cok 2 top dondurma ve krem Janti bir sevgili eslik edebilirdi! Ama şimdi yaş kemale ermeye başladığından mı, daha domestik olma yolunda emin adımlar attığımdan mı bilmem... kışın da manitanın ayrı bi tadı var gibi gelmeye başladı J Eeeee neticesinde yazın hava güzel, ben güzel... her ne kadar Asmalıda masaları kaldırsalarda yazın ev dışında geçirilen zamanlar daha bi çok! Ver elini boğazda kahvaltı, tut elimi cihangirde rakı sofrası... o da yetmedi mi hooop at kendini bi deniz kıyısına! Evet, Kışın da Boğaz aynı, Cihangir aynı ama sanki uyanmak bile daha bi zor, dısarı cıktıgında üşümek, üşümemek için kat kat giyinmek! Pofff... ve işte tam da bu günlerde, şöööyle elimin altında bi manita olsa ve en domestiginden mısır patlatıp tüüüm haftasonu evde sezon bitirmecesine dizi izlesek fln diye düşünmeden edemiyor insan... Mevsimlerin ötesinde mekansal olarak da  türlü denemelerim oldu yalnızlık tatbikatı yapmak için... Sakın yanlış anlaşılma olmasın her mevsim Kanka Mevsimi ve her daim Motto muz ‘ Asla bir kız arkadasını bir erkek için satma’ ama, bir AMA var walla... Gerek hudut sınırı dahilinde gerek hudut dışı türlü türlü seyahatler yaptım, yapıyorum ve bu hayatta ennnn zevk aldığım şeylerden biri seyyahlık. Hatta yapılan seyahat planları bile , an itibari ile çalışma hayatımın bile en nüyük motivasyonu ama mevsim geçişlerinde olduğu gibi yeni mekanlar keşfederken de uleeeeen bi manita yapaydım da şuraya birlikte geleydik diye de insanın aklına geliverebiliyor aniden... Bu tip hayaller kurarken, iç geçirirken bile aklımda eski-yeni bir isim bile olmaması bile yeteince trajik sanırım ama ne diyeyim...O zamaaaannn! Havalar nasıl olursa olsun benim havam güzel olsun di mi ama J J

Bu bile mi????

Her kör satıcının bir topal alıcısı çıkar değıl mı? Ya da genel geçer bildiğimiz budur... ki bunun da cok örneklerini görmüşüzdür... kendi çok yakınlarımız arasında bıle, nasıl yaaa??? Bununla bu ne alaka!!! Deyıp de bırlıkte oldukları kişilere veya ilişkilerini yaşayış şekillerıne anlam veremedığımız bir cok arkadaşımız ve durum olmustur illa... Bu yargıya da söz konusu kişilerin gerek fiziksel özellıkleri gerek de sosyo-kulturel durumlarına bakarak varırız... kendimize ucu dokunmayan her konu hakkında fikir yürütmek de insanoglunun devamlılıgını sağlamasına büyük katkı saglamakta kanaatındeyım... ne de olsa insanlar sosyal varlıklalardır degıl mı J pekı... pekı ya bunun  aksinin oldugu durumlar olmaz mı? Yanı kör satıcının bır alıcısı çıkmadıgı durumlar.... daha 20 lerımın baslarındayken 30+ tanıdıklarımdan bekar olanlara bakar ve anlamaya calısırdım.... boyle oldukları ıcın mı bekarlar, yoksa bekar oldukarı ıcın mı boyleler... bıldıgımız yumurta-tavuk dılleması yanı! Kendım 30 a merdıven dayadıgım veeee ufukta kendıme de bekar bır gelecek gordugum su gunlerde halen kararı veremedım... ama su da açık ki bekar oldugum ıcın BÖYLEYİM durumuna baya bı yakınım... dışarıdan bakıldıgında hayat bana güzel... hayatın tadını cıkarıyorum... Dolce Vıta ve dahi Carpe Diem ama bunların hiçbiri latince de durdukları gıbı durmuyor gercek hayatta!!! Ozellıkle bır son kullanım tarıhlerı yoksa... Pekı öz eleştiri yapmaya calışırsam... neden böyle olduğunu keşfedebilir miyim, Neden evde kaldım? Sorusunu yanıtlayabılır mıyım dıye dusundugumde karsı cinste aradıgım özelliklere bakıyorum... sıralıyorum... evet cok da mantıklı seyler aramıyorum belkı... ilk bakılan noktanın Ayakkabı olması bıraz düşündürücü olabilir ama şöyle de bır durum var ki, başta ayakkabı kriteri olmak üzere abuk olmazsa olmazlarımı  sağlamayan ama bana çok aşık olan doktorlar, muhendısler cıktı da ben onları ayakkabıları guzel degıl dıye ( ya da dıger uç ısteklerıme uymuyor) reddettiğim bir durum yok yanı... Başlangıç cümleme geri dönecek olursam ya hu bu hayatta 1 kere bile, istisnasız yani... benim bir alıcım cıkmaz mı ya hu... arkamdan ağlamasa, Romayı yakmasa da olur ama 1 kere bıle dayanılamayan, sadece sesi duyulmak istenen biri olamamak da fena birsey..ben bunu gaayet iyi anladım.. insallah başa insanlar bu raddeye gelmez... Yalllaaaaaaaaaaaaannnn!!! Ben yalnızsam, ben boyle abuk sabuk şeyler üzerine bu kadar satır yazıyorsam özellikle EX Manitalarım ve Kıl olduğum bilimum insanoğlu da ASKsız kalsıııın J

5 Eylül 2011 Pazartesi

Sıradan Ayrılık

Aşk-meşk dediğimiz konu cift bilinmeyenli bir denklem degıl midir? Fazla klişe koktu ama öyle... Her daim mailimize ulaşan Fw mesajlar arasında çok sevdiğim bir arkadaşım Kurt Vonnegut un Drama tanımını göndermişti, Derek Sivers’in agızından... ( http://sivers.org/drama )Tam kulaktan kulaga olacak ama Kısaca, Vonnegut demiş ki; biz Sindrelle masallarıyla buyumus bir toplumuz... yani... hayat çizgimizde sert iniş ve cıkıslar olacagını dusunuyoruz hep...Dogru... örnegın Hollywood filmlerine bakalım... sıradan hayatlar ogretilmiyor bızım bilinç altımıza... bız hep bir mutsuzlugun, huznun coooook acılı, en ağdalı sekılde yasanması gerektiğini, bunun hakkının verılmesını de muteakıp en ennnnn mutlu gunlerın gelecegını... bıze o kotu zamanlarımızı tamamen sildireceğini düşünüyor, düşünmek istiyoruz... belkı bir savunma yontemı bu aynı zamanda...Hindular en azından bu hayatlarında her ne kadar sefalet içinde yaşasalarda biır sonrakınde bunun telafısının olacagını dusunuyorlar, yanı onlar bir ömür boyu yoklugu kabul ederek baslıyorlar maça, ama bizzzz... ilk yarı kaybetsek de 90 dakıka sonunda hep gülen taraf olacağımızı hayal edıyoruz... ha maçı cidden kazanıyorsak ne ala ama kotu oynayıp, macı da kaybedıyorsak neden bir mucize olmadı dıye üzülmek cok da mantıklı degıl sankı... EVET, gelgelelım kıssadan hısseye... Vonnegut ın özetlediği üzere, hepimiz ortalama hayatlar yaşıyoruz... bu ortalama hayat surecınde de ortalama sevgıler tabıı kı... bır adam bır kadını, o kadın da o adamı sevıyor ve mutlu oluyorlar ya da... bır taraf fire verıyor ve mutlu olamıyorlar... ılıskıler hakkında evet uzman degılım ama ıkı ınsanın dahıl oldugu tum ılıskılerde her ıkı tarafında rızası olmadan ne baslangıc ne de devamlılık olamayacagını bılıyorum! Dolayısı ıle kım daha cok sevıyor sorusu da cok anlamlı gelmıyor bana... her ıkı tarafta sevıyor ama bunu ıfade sekıllerı daha jan janlı, daha ağdalı olan kişi degışebiliyor... ayrılırken de öyle... kimse kimseyi bırakmıyor, terk etmiyor... iki insan bırlikte bu zemini hazırlıyorlar ( 3. Kısılerın mudahıl olmadıgı, acgozluluk dısı durumları ele alıyorum) ama sonucta hoscakal diyebılen taraf ayrılan taraf oluyor...

2+1

İki artı bir deyınce aklıma eskıden  2 oda 1 salon ev gelırdı...ve o zaman, kendı evım olmasına ozlem duydugum o gunlerde her daım suratımda bır gulumseme yaratırdı... ve evetttt... doyumsuz ınsanoglu’nun gun geldı 2+1 bir evı oldu.... taaaaam da hayal ettıgı gibi... oley!!!! tam da evım olmasıyla es zamanlı mevcut kankalarım da birer bırer ev sahıbı olmaya basladılar... onlarla birlikte ev dosemesı, dekorasyon dergılerı karıstırması yapmadım ama... neden mı??? Cunku onlar Evliler kervanına katılıyorlardı... ve ‘ Ceyizlık’ , ‘ Evladiyelik’ kısaca pahalı mobleler, perdeler, mutfak setleri onların ılgı alanına giriyordu... bense IKEA ınsanı tabii ki... bu arada parantez acmak gerekırse Ikea dan once nasıl bır hayat vardı ıyı kı bılmıyorum... cok sıradan bır cek-yat ın bıle IKEA dısında bır yerdekı ortalama fiyatı ınsanı korkutmaya yetıyor gercekten...  Neyse.... sonuc olarak gunler gunlerı... dugunler dugunlerı kovaladı... dugun furyasının basında o dugunlere 2 kısı olarak gitmemek kesınlıkle bir sorunmus gibi gorunmuyordu... bır de cok yakın arkadasları dısında ınsanların dugunlerıne laf olsun diye gıtmemek adetındekı benım ıcın... arkadaslarımın mutlulugunu gormek... masadakı diger ekuri ile kim ne gıtmıs, kım kılo almıs, kım vermıs ın muhabbetını yapmak ... dugunde sıra sıra dagıtılan shot lardan ıcerek gecemızı guzellestırmek yeterlı-keyıflıydı... nıtekım dugunlerın sonrasında da... e malum artık benım de coook sevdıgım bir evım vardı ve dizi dizi evlenen cıftlerımızle mısafırcılık de oynayabılıyorduk... sa-ha-ne....pekı sonra!!! Sonra sagolsun arkadaslarım da evlıyız bız dıye benı hıcbır organızasyondan ayrı koymadılar.. cıft-cıft ız bız hadı sana eyvallah yapmadılar ama dedıgım gibi zaman gecıyor ve katılan dugun seremonılerının sayısı da artıyordu... bu ne demek... daha az, cok azzz... 3 ya da 5 bekar kanka kaldı demektı :S ve yazımızın adı olan 2+1 dekı 1 beni, 2 nın de evlı cıftımızı sembolıze ettigi bir dunyanın kapılarının sonuna kadar bana acılması demektı.... zaten 29,5 yasına dayanmıs olan hassas bunyemin de bu durumun vehametının farkına varmasıyla da artık bana hersey olmayan kurbaga prensi hatırlatıyordu...bu noktada su soru akıllara gelebılır.... madem kankaların evenıyor... onların da cevrelerı genıslıyor... sana da nasıplenecek yenı pazarlar olusmadı mı?? Enteresan bir sekılde hayır olusmadı J 2+1 ev olarak coook super ve yeterlı gelırken artık bır beden buyuk bıle gelıyor...

Isıt, Isıt koy...

Pekiiii.... evet yaşlı olmayabilirim ya da müzik otoritesi ama söz konusu muzık-tv oldugu zaman bırkaç nesıl gordük... evet ozel radyoların, kanalların acılısını, turk pop unu patlayısını, turk dizilerinin değişim sürecini görmüş nesilin parçasıyım... memlekettın attıgı koca tuketım adımlarını.. hızla artan tuketımı gormus nesıldenım... sımmmdı donup bakıyorum... bır grup buyugumuz var... hepsı ‘ Dıva- Efsane’ olarak adlandırılıp konumlandırıyorlar her daım... evet kasetler varken hepsının kasetlerını alıp renklerıne gore dızı dızı sıraladık ama sımdı bakıyorum buyuk kısmı haaalen o kaset yıllarında kalmıslar.... halen ‘dıva’ olarak adlandırılıyorlar.... halen, günümüz paparazzı programlarında evlerını gordugumuz zaman vayyy be dedırtecek evlerı, yasamları var... gözümüz yok da..... nasıl bır istiflemişler zamanında ya hu....benım sinirimi bozan o zaman kazandıkları da degıl de bu kadar zamandır haaaallllen 20 yılın ekmegını yemelerı... halen aynı sarkıları... aynı ton ruju surup, saclarına aynı krepeyı yaptırıp... perugunu bıle degıstırmden yapmaları ve haaala alıcı bulmaları... ya hu kendiniz üretmiyor olabilirsiniz, sadece yorumcu olabılırsınız, o zaman sizin sarkılarınıza soz muzık yazanlar su anda aramızda olmayabılır ama evet dünya dönüyor sen ne dersen de ve o donemkı akranlarınız-rakıplerınız... baksanıza haaalen kendılerıne verılen ‘ Dıva- Efsane’ unvanının hakkını verıyorlar... bunun ıcın emek sarfedıyorlar.... haaa yapmıyorsan o senın bılecegın sey ama en azından gercekten hıc yoktan Teoman gibi, arkadaş ben yokum de... bıraktım ben muzıgı de... senı arayıp su programımıza katılır mısın dıyen programcılara da pop-starımız, dıva mız... turk muzıgının ennnn buyuk ısımlerınden dıye senı cagırmalarına ızın verdırme... 20 sene once sarkılarını haaallllen ısıtıp ısıtıp getırme ya... lutfeenn!!!

Tik – Tak, Tik – Tak...

Su muzık kanallarında çalan sarkıların altında hangı senenın şarkısı oldugunu yazmaları cok fena bırsey... 29,5 yasına gelıp yaslanıyorum ve yalnızım trıbınde oldugumdan mıdır... ya da onun bir ekstra bir katkısı var mıdır bılemıyorum ama ne kadarrr uzun zaman oldugunu hatırlatıyor ınsana... süreç genelde şu şekılde işlıyor... hımmm sarkı 1999 un sarkısıymıs.... vayyy beee... ne kadar uzun zaman olmus... anaaaa, sahi ne kadar olmus???? O haaa... 11 sene.... anaaaa... o sarkı cıktıgında ben Bodrumdaydım... o hoooo... o zamanlar boyyle Beach ler fln coook yoktu... evet ama hep bu sarkı calıyordu... o sene bız ılk defa kız kıza tatıl yapıyorduk... liseyi bitirmiştik evet... o haaaa....ben liseyı bıtırelı 11 sene mı olduuu... wayyy beee!!! E tabııı... aynı sarkıcının ertesı sene soooyle bı sarkısı daha cıkmıstı.... offff, nasılda meshur olmustu... tam da bizi, o zamanki manitayla benım durumumu anlatıyordu... hatta o klıptekı ayakkabılardan bende de vardı... harçlıklarımdan biriktrip almıstım... ama ne olaydııı... bir klıbın altında yazan senenın bunca seye yol actıgını bılse muzık kanalları halen yayınlarlarmıydı cidden merak edıyorum... ya da bunun ıcın mı yapıyorlar acaba J
Bı de bu seneryonun güzellik yarısması versıyonu var.... biz o zaman yenı türeyen ozel kanalların hepsınde ayrı ayrı yayınlanan guzellık yarısmalarını ızleyen haaalllen magazın programlarını dolduran mankenlerın sıra sıra dereceler aldıgı ve halen estetıksız oldugu gunlerı hatırlayanlardanız....AMA, ama o zamanlar kızlar cıkıp boyum 1:75, kılom 52 dıyıp vucut olculerını sıralarlarken soyledıklerı yasları o zaman bızı hiiiç enterese etmıyordu.... 19-20-21 ne fark eder kı... ama sımdı.... sımdı bır yarışmada ya da elinize aldıgınız bır albumde solistin yaşını gördüğünüzde bır sanıye dusunup o hesaplamayı yapıyoruz.... evet... 2011 – 20 = 1990... neeeeee amannn tanrımmm!!!!!! Ve o zamana kadar portakalda vıtamın oldugunu dusundugunuz insanların degıl okula baslamak, coktan okumayı ogrendikleri hatta ergenliği bile aşıp guzellik yarışmasına girecek yaşa geliğini hatta sizden daha zayıf, daha uzun, daha daha guzelllll oldugunu idrak ediyorsunuz... işte, esasında o nokta tam olarak tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan cıkıyor dillemasınını içsellestirip sorgulamaya basladıgınız nokta aynı zamanda...  Ne alaka mı??? Esasından cok alaka... dedıgım gibi yas 29,5 yer Istanbul ve ben kendım ve Kedım durumunda isen bır anda ya hu ben bırseylerı kacırdım galıba, pekı neden... nıye boyle oldu kı... ben boyle bırı oldugum ıcın mı yalnız kaldım yoksa yalnız kaldıgım ıcın mı boyle oldum...  ‘ boyle’ esasen ne demek... neyım var kı benım... tamam 19-20 yasını bayaa bı gecmıs olabılırım... tamam bırcok arkadasın duzenı dernegı kurdu ama... ama sende daha olmedın ya dıyıp... senı tastıkleyecek en yakın kanka ya basvurdugun zamanlar demek....

İlişkiye Giriş 101

Hayatın bölümlere ayrılabıleceğini düşünen ben, kendi hayatımın gelişme bölümü olarak tanımlayabıleceğim ‘Istanbul’ bölümünün girişine bir de ‘ İlişkiye Giriş’ alt baslıgı eklemiştim... önümde keşfedilmeyi bekleyen kocaaa bir Istanbul ve koccaaaa bir kadın-erkek kıtabı bulunuyordu... çevir çevir oku.... o zaman haberdar olmadıgım Aşkın ömrü 3 yıldır gibi klişelerin de ne kadar bilimsel oldugunu o zaman bilmiyordum tabii ki ve bu manitasyon meselelerıne satranctan cok tavla muamelesı yapıyordum... haydiiiii, salla zarı ne gelırse! Tabii o naiflikle onceleri yanlıslıkla, ağız alışkanlığıyla kiziiiim!!! diye bile seslendigin manıtayla  zaman ıcerısınde...mod degıstırıp zaman ıcerısınde ASK ı ogrenmeye, ömrünü tüketmeye, geri saymaya baslıyorsunuz... yenı baslayanlar için kendi örneğim üzerinden birkaç genelleme yapmak istiyorum... Bakınız; 1 sene cok ideal.... kafa yerinde, hersey yolunda ve ortada alt yapısal sorunlar yoksa, davul bıle dengi dengineyse 1. Sene sonunda Walla evlenırım ben bu adamla/ kadınla kafasına bıle gelebılıyorsunuz hıııııııc bu sekılde kosullandırılmamıs bır ınsan olmasanız bıle... Çünkü bu süre içerisinde cift düşünmek, senkronize hareket etmek  hayatınızın bir parcası oluveriyor... sıkılma ve monotonlasma da baslamıyor henuz öteiı taraftan da ortak bı dil bile gelıstırmıs oluyorsunuz... artık sadece ıkınızın anladıgı cumleler hatta sadece bakıslar bıle var... kısaca kulak memesı kıvamındakı hamur... ne tarafa ıstıyorsan yogur J ‘ ılıksıde Gelısme(me) ‘ bolumu ıse ılk bolum kadar renklı olmuyor tabıı kı... bu oyle bır nokta kı, adam korkmaya... kadın huysuzlasmaya baslıyor... adam niye mı korkuyor... ne bıleyım bennn... yalan biliyorum esasen.. bu adamın yaşıyla da alakalı ama dedıgım gıbı erkek tarafında da bır idrak oluyor.... hayddaaa, ben bu kızla tavla oynuyordum tam... oyun bayaa bı uzadı sanırım... habıre bende bununla oynuyorum.. nasıl yanı!? Baska bırılerı yokmu... hanı turnuva yapacaktık... neeee!!! Yoksa fınale mı kaldım??? Sampıyon olsam bıle baska fınalıstlerle oynayamayacak mıyım? Saat kac, burası neresı... ben kımım... aman tanrım bu yanımdakı -  karşımdakı de kim!!! diye dusunebılecek nefesı alma fırsatı buluyor... genel gecer olarak da klasık erkek muhabbetlerinin, yani... daldakı 100 kuşun uzağında kaldıgını fark ediyor ve paniliyor....
Pekı ya kız tarafı... o da, en ben o kafada değilim diyenı bile.... ulan ıyı gidiyo yaaa.... acaba, acaba balayına nereye gitsek, ya da... ayyy ne tatlı nevresım takımı... neyse ılerıde evım olursa bundan alıyım bende kendıme diye düşünmeye baslıyor... ve hafazan allah bunun kokusunu erkek tarafı en en ufak sekılde alırsa ıste o zaman sonun baslangıcı baslıyor.... bu noktada esasen iki senaryo olması olası...  öncelıklı olarak 3 yıllık süreye sadık kaldıgımızı ve her bolum için ortalama 1 sene süresini aldığımızı hatırlatmak istiyorum... son 1 seneyı ‘ ilişkide tükeniş’ olarak adlandırısak buradaki 1. Opsiyon  mehteran seneryosu... cçcukken okudugumuz bir kıtap serisi vardı... macera kıtapları... kıtabınn bircok sonu vardı... örnegın 20. Sayfanın sonunda sag dakı yolu secıyorsan 30. Sayfaya git , soldakı yolu secıyorsan 45. Sayfaya diye senı yönlendiriyordu... sonra bır secım-bir secım ve bır secım daha.... bunu nıye sokusturdum sımdı ‘ ılıskıde tukenıs’e... çünkü... çünkü bu da o tarz... ama tek ki burada yollar farklı olsa da sonuc tek....yaşanan ılişkideki her iki tarafın da tavır-tutum ve duygularını ifade sekline göre bayaaaaa sert veya daha yumusak olabilir süreç ama netice olarak ya oglan ve kız bırbırını tuketır, tuketır ve pes ederler.... ya da... tuketır- tukenır pes ederler... bırınden bırı dayanamaz... karsı tarafı yenıden ıstedıgını, herseyın degısebılecegını... ilk gunku gıbı olabılecegını ıddaa eder, ınanır.... bir daha, bir daha yakmaya calısırlar... bir sure de boyle gecer ama yıne biter... bakınız her halukarda sene:3 nokta FINISH....
Sımdı kendı hıkayemıze bu noktada bakacak olursak... yenı bır alt baslık baslamıstır Istanbul bolumunde....’ Gelecege Donus’  evettttt.... bunyeye duygusal zeka enjekte edılmeden once mantık ıle gaaaayet guzel hayatını ıdame ettıren cakma Istanbullu Bırıcık Jones simdi yenıden mantık ınsanı olmaya gerı donmelıdır... ama nasıl... e bu mevzuu, cıft olarak dusunme, hareket etme durumu oyle bır dakıkada enjekte edılmedıgı gibi, bir dakıkada da bunyeden atılmıyor....ınsanın eskı kendını hatırlaması da bayaa bı sancılı bir donem oluyor... e tabıı bana hersey senı hatırlatıyor... her yer sen kokuyor zamanlarının atlatılmasıyla bırlıkte bır de ıhmal edılen arkadaslıkların gerı kazanılması var; ki bu da en zorlu ve emek gerektiren nokta... normal olarak manita yanındayken başka kimseye ıhtıyaç yoktu... persembe aksamı bı arkadasın arayıp yarın ne yapıyorsun, goruselim mi? dediğinde heppp daha önceden yapılmıs bır plan vardı.... ama sonrakı bi zaman illa goruselim di... oysa simdiiii.... tamameeennn boştum... pekii... pekı bu sırada o beklemeye aldıgım arkadaşlarım, onlar naapmıstı... tabii kı sımdı bır cogu ıle rollerı degıstırmıstık bıle... şimdi önceden planı yapmıs, en hasından manıtayı hatta tek tası cakmıs olanlar onlardı.... haaa, bi de söyle bı durum vardı tabıı... ben ayrılık durumunu idrak etmeye calısırken, tum heyecanı ıle yenı başlayan ilişkisini bana anlatan arkadaslarım.... haydi buyur buradan yak.....o gune kadar kımseye nazar etmemıs olan Bırıcık J. nın bunyesınde yenı alerjık reaksıyonlar bas gostermektedır... ( ki buna sonrada burukluk denecektır) Sonra, sonra da artık sınemaların arka degıl orta sıraları daha cazıp gelmeye baslanacak... sessız sakın yapılan uzuuuun kahve sohbetlerının yerını muziğin volume unun yukseldiği kahvenın alkolle yer degıstırdıgı daha ‘ eglencelı’ muhabbetler almaya baslar...İstanbul bir anda renk, kabuk degıstirmektedir...  Ilişkide tükeniş ın artcıları da vardır tabıı... bos beles takılmalar... kıskandırmalar, ayrıldıgın adamdan baska bırıyle, aklında o varken... sırf kendıne bırseyler ıspat etmek... halen onun umrunda oldugunu zannetmek ve ayrıldıgın adamı haaaallleeen Aldatıyorum :P kafasında hareketler yapmak... ha ha haaaaa.... sımdı dönüp gülebildiğim bu hareketler o zaman, hep aynı hedefe atılan oklar işteee....daha doğrusu Bumerang etkisi olması, giden manitanın aynı hızla geri döneceğini umarak hatta bundan emin olarak yapılan acemi hareketler...

Yeniliğe Doğru

Tipik, sıkıcı bir plaza insanı olduğumu yazmıştım...Anladığım kadarı ile bu tür işlere sıfır olarak başladığınız zaman çok gözünüz korkmasın diye teker teker almıyorlar işe...Size benzeyen insancıklar da var ve bu koccaaaammman delikte yalnız değilsiniz diye bir grup olarak pazarlıyorlar paketi ve siz hem yeni işe girmenin heyecanı,çömezliği  hem de bu haffffiiif de olsa size okul günlerinizi hatırlatan... sınıf ve hatta kamp ortamındaki eğitim sürecini atlatıp, sizi ısırmak ıcın bekleyen kemirgenlerin oldugu ‘ Ofis’ denen yere girdiginizde bile kayda deger bir süre geçmiş oluyor... Bu süre zarfında akıllı olup durumu idrak edebilirsen ne ala ama benim gibi bünyesine uzun süre Ankaralı zihniyeti işlemiş, büyük hırsları da olmayan biriysen iş arkadaşından Arkadaş olmayacağını ( istisnalar hariç) anlamak için de ek bir süre sarf etmek gerekebilir malesef... peki bu geçiş safhasında hiç mi güzel birşey yoktu ya hu... tabii ki hayır!  Ayağımın tozu ile İstanbulda... 10 mılyon yeni kişi içerisinde, onca yeniliğin üzerine, 23 senede beceremediğim bir şekilde bir de manita patlattım ?!? Evet işte işler o noktada daha da bir yanarlı dönerli pembe diziye dönüşmeye başladı...
Hayır zaten iş hayatını ancak idrak etmeye calışıyorum, bir taraftan da  o güne kadar özenle muhafaza ettiğimiz duyguları keşfetmeye başlamak bünyede farklı tepkimlere yol acabiliyor... Evet  itiraf ediyorum orijinal Bridget ın deneme tahtası benden daha geniş... en azından onda doğrular yanlışlar ve karar verilemeyen noktalar var... Peki ya ben....Ben bir Ankaralıdan ( her kotu tarafımıda Ankaralılıga bağlamak ne kadar doğru o da tartışılır tabii de J ) beklenebileceğin de maksimumunda mantık ınsanı olarak hareket edilen, ağlayıp söylenen, duyguları olan arkadaşlarının yanında hep mantık gozu olan ben... kendime benzeyen bir mantık insanını bulup, onunla keyifli zaman geçirmeye başlayınca indirdim yelkenleri suya... Sonra... Sonraaaa, iş güç de çok rahatsız etmiyordu sanki ve hayat ona izin verdiğim için çok da keyifliydi...E tabii ilelebet böyle gitmeside beklenemezdi di mi ama J Nirvana için çok erkendi ne de olsa...

Ankara -Istanbul Arası

Genel temayülün aksine büyük umutlarla gelmedim bu şehire... Çocukluğumdan beri türlü noktalarına akraba ziyareti, haftasonu tatilleri için geldiğim bu şehiri hiç bir zaman derinlemesine merak etmemiştim halbuki... Ve iste İstanbula gelme sürecimin sancısı başladıgında koca İstanbul un bir ucundan başka uçlarına iş görüşmelerine ve sınavlara gidip gelirken öğrendim bu şehri esasen...Geç olmuştu ama yine bu sırada universitede bölüm seçerken ne kadar hatalı oldugumu da idrak etmeye baslamıstım yavastan... Evet sosyal bilimler denen, genel kültürün ötesinde neye yaradığını haaalen anlamakta zorlandıgım fakültede geçirdiğim güzel, eğlenceli ve Dünyadaki Cennet olarak tasvir edebileceğim 4 seneyi hep gülümseyerek hatırlatacağım ve evet bende daha cingöz olabilirdim ama, ammmman neyse...Sonuçta biraz Ankaralılığın, biraz bilinçsizliğin verdiği şuursuzluk ve rehavetle düştüm Istanbulun kollarına...
Düştüm de ne oldu... her ilk tanıştığım insanın işimi öğrendiği anda, Neeee!!! Ne alaka sende hiç.... tipi yok dedikleri, günümüz plaza halkının bır numaralı işlerinden birini yapmaya başladım.... Ve evet inanılması hatta yazıya dökmesi bile çok zor ama 7 yılı aşkın bir süredir de aynı sektörün farklı açıları içerisinde yer alıyorum... düşünmesi bile fena...üniversite hayatı  4 sene sürmüş ve o defter kapanalı  8 sene kadar bir süre geçmiş...Bu sürede de bir Ankaralı olan benim İstanbuldaki transformasyonum da neredeyse tamamlandı. Artık Ankaraya gidişlerde şehir daha bir gri, daha bir kurak daha da bir boş geliyor ve işin fenası, böyle hissettiğim için bile bir suçluluk duygusu hissediyorum, sanki özümden kopuyormuş, İstanbul’un cazibesine kapılıp gidiyormuşum gibi...

Siftah...

Merhaba! Bendeniz 29,5 yasında ( ki kalıcıyım ben bu noktada ) J İstanbulda ikamet eden bir Ankaralıyım... Ziyadesiyle geveze olmanın yanı sıra kafasında sürekli tilkilerin birbirini kovaladığı, hayatı bir türlü akışına bırakamayan, bardağın genelde boş tarafını görme eğiliminde olan, maymun iştahlı sayılabilecek...sıradan bir şehir insanıyım.  İlahi adalete sonuna kadar inanıyorum...ve benim de bu tartıda kaybettiğim noktada an itibari ile ASK gibi görünüyor ki bu yüzden kendime Biricik Jones diyorum... Buradaki ilahi adalet kısmını biraz açarsam eğer, hayatta insanların her konuda full şanslı olamayacağına inanıyorum. Elimizdeki temel kalemleri Sağlık –Aile - İş – Aşk -Para olarak 5 e ayırcak olursak bu ögelerin hepsinin hayat terazinde dengede durmaya çabaladığını varsayarıyorum. Hepsine aynı yoğunlukta tek bünyede sahip olunan noktaya Nirvana diyebilirizJ ki bu da her gün karşımıza çıkmaz! Biz ki Nirvanaya ulaşamayan çoğunluk içinde de kalemlerin genel temayül olarak birinin en zayıf halka olarak ilahi adaleti sağlamak açısından her insana en az olarak verildiğine inanıyorum. İşte dediğim gibi hiç birinde 10 numara ol(a)masamda benim en zayıf halkam da aşk ama her fani gibi bende diğer kalemlerde sahip olduklarım için şükretmenin yanı sıra sürekli daha fazlasını isteme potansiyeline sahibim. Hatta aman bundan da eksik kalmayayım diye Blog olayına da böylece giriş yapmaktayım...Bakalım bir bloga iç dökmek nasıl birşeymiş ve ben bunun devamlılığını sağlayabilecek miyim? Meraktayım...acaba yeni terapi yöntemim ne kadar etkili olabilecek J